KARADENİZ ALEV ALMASIN!

A -
A +

Rusya ve Ukrayna, birbirinin üstüne yürümüş, gözleri kıvılcımlar saçan, duman çıkaran burunları, diğerine değecek kadar yaklaşmış öfkeli iki kişi gibi. Kavgaya tutuştu, tutuşacaklar. Benzer manzara, 10 yıl kadar önce yine yaşanmış fakat bu iki devlet ve 3 bölge devleti, AGİT’in himayesinde Belarus’un başkenti Minsk’te bir araya gelerek ateşkes imzalamışlardı. Buna rağmen sürtüşmeler durmadı, ufak çaplı kapışmalar sürdü, Turuncu Devrim yaşandı. İktidar değişiklikleri oldu. Sebeplerden biri, Ukrayna’daki ilginç siyâsî yapılanmadır. Komünist Parti, Rusya gönüllüsü ufak partileri de yanına alarak iktidara gelebiliyor. Diğer kanatsa iktidar olduğunda NATO, AB ve ABD ile farklı andlaşmalar imzaladı. 

Bugün kavganın koptu kopacak safhasında Minsk Zirvesi yine konuşulmakta. Bu zirve, pek netice vermese de bağlayıcı taahhütler sebebiyle taraflar, muhatap alınabilmektedir. Buna rağmen adı geçen zirveye ümit bağlamak gerçekçi değildir:

Bu ihtilafta gerçekçi tercih, Türkiye’nin ara buluculuğudur. İyi olan tarafların da bu şıkka müspet bakmalarıdır. Eğer o tarihe dek Donbass bölgesinde savaş çıkmazsa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kiev ve Moskova, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ankara ve Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelenski’nin yine Ankara ziyaretleriyle ara buluculuğumuz, sulh ve sükûnu temin etme muvaffakiyetimiz, dilek olmayı aşarak “İstanbul Zirvesi”yle hayata geçebilir.

Rusya ve Ukrayna arasındaki bu geçimsizlik, dünden bu yana sürüp gelen bir tereke meselesidir. Çok yönlüdür. Rusya, SSCB’nin ana mihver devletiydi. Ukrayna ise Romanya, Bulgaristan vs. gibi Sovyetlerin peykiydi. Bu yüzden Rus liderler, dile getirmeseler de hadiseyi baba mirası gibi telakki etmekteler. Ukrayna tarafı ise hep o geçmiş işgal yıllarının korkusunu taşımakta. Sovyetler Birliği varken Kızıl İmparatorlukla Kapitalist İmparatorluk, bu bölge dâhil dünyanın muhtelif coğrafyalarında türlü çatışmaları açıktan veya örtülü, bizzat veya vekâlet yoluyla yaşadıkları gibi çatışma, bugün de sürmektedir. Kazakistan’daki son kargaşada bu ihtilaf geleneğinin, güç üstünlüğü mücadelesinin payı olduğu gibi aynısı Ukrayna’da da yaşanmaktadır. O kadar ki Amerika’nın Yunanistan’daki artan silah gücü için Kremlin, geçen hafta sert bir üslupla Atina’yı ikaz etti. Tarihten bu yana süre gelen mevzubahis bu ihtilaflar, tek kaleme dayanmasa da nüfuz üstünlüğü kapışması olduğu kesindir. Bölge haritası masaya yatırıldığında; Washington ve Moskova’nın Kazakistan ve Orta Asya’da, Ukrayna ve Balkanlarda, Suriye ve Akdeniz’de çıkar çatışmaları içinde oldukları kolaylıkla görülür. Bu dalaşmalara yer yer üçüncü devletler de karışmaktadır. Keza Soros gibi sivil toplum maskesi takmış yumuşak güçler de icap ettikçe devreye sokulmaktadır. Renkli devrimlerin, Ukrayna ve Gürcistan’da yaptıklarıyla Türkiye hamlesi hafızalardadır.

Diğer yandan farklı zaviyelerden bakıldığında Ukrayna incelenmeye değer topraklardır. Tarihin derinliklerinden itibaren Osmanlı dönemi dâhil Türk idaresindeydi. Son olarak Kırım, buraya bağlı iken ecdadın “Moskof” dediği Rusya Kırım’ı işgal etti. Diğer istilacı, devletler gibi aynı “Moskof”un bugün de Ukrayna’yı mevcuttaki fiilî bölünmüşlükten öte resmen de parçalama tehlikesi dünyanın gözü önündedir. Şu benzerlik dikkat çekici olmalı. Geçen hafta kötü hadiseler yaşanan Kazakistan’daki Rus nüfusu ile Ukrayna’daki Rus nüfusu yüzde 17’lerdeki nispetle aynıdır. Ukrayna 41 milyon, Kazakistan ise onun yarısından biraz azdır.

Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur:

Rusya-Ukrayna kapışma ihtimalini, kucaklaşmaya çevirmek, Türkiye için yalnızca bir başarı ve diplomatik zafer değil aynı zamanda mecburiyettir. Evet; mecburiyet veya vazifedir. Karadeniz’in Osmanlı imparatorluğumuzu kaybetmemizde kara bir talihi olmuştur:

1853-56 Kırım Harbi’ni 1877-78 Türk-Rus Harbi büyük felaketi, onu 2 yabancı savaş gemisinin Sivastopol, Kefe gibi limanları bombalamasıyla Büyük Devletimizi kayba yol açan I. Dünya Harbi felâketi takip etmiştir. Bugün biz, Libya ile Akdeniz’de MEB-Münhasır Ekonomik Bölge Andlaşması yaptığımız gibi kıyımız olan her denizdeki hükümranlık hakkımızdan doğan salahiyetle Mavi Vatan’ı da inşa etmiş bulunmaktayız. Karadeniz’deki doğalgaz keşiflerimiz, Türkiye’nin gaz ithal etme sıkıntısına nihayet verme ihtimalini taşımaktadır. Ecdadın “Bahr-ı siyah” dediği bu deniz, yakın tarihlere kadar sanki sadece bir balık çiftliğimizdi. Balık mahsulü ötesi gaz ve petrol gibi stratejik verimliliğe dönüşmesi yeni ve sevindiricidir. Bu safhaya gelmişken daha bir hazırlıklı olmak şarttır:

Karadeniz’in kuzeyinde kopacak bir fırtına, sür’atle denize sıçrayıp suları tutuşturabilir. Fatih Sultan Mehmed Hân’ın İstanbul’un fethinden 10 yıl sonra Payitaht’ı emniyete almak için Karadeniz’in kuzeyini de fethettiğini unutmamalı. Bu bölgedeki Türkleri, Müslümanları, Kırım Türklerini de unutamayız. Devletler Hukuku noktasından Türkiye Cumhuriyeti için Rusya, Kırım’da işgalcidir. Silah patladı mı kavgaya kimlerin dâhil olacağı, ateşin nerelere varacağı kestirilemez. Şanlı Peygamberimizin -aleyhisselâm- “sulh olmak hükümlerin en üstüdür” buyurduklarını da insanlığa öğretmeliyiz.

Elimizde önemli imkânlar var:

Türkiye, adı geçen bütün taraf devletler Ukrayna, Rusya, ABD ile dosttur. Son 40 yıldaki Türkiye-Rusya dostluğu, tarihin hiçbir döneminde görülmemişti. Ukrayna ile gayet samimiyiz. Bu devlet, kendini müdafaa için Türk SİHA’ları satın almıştır. Son zamanlarda rahatsız edici pürüzler çıksa da ABD ile stratejik ortaklık devam etmektedir. Ankara, bu nevî otaklığı Rusya ve Ukrayna ile de dile getirmektedir.

Rüyalar dâhil çok çalışacağız:

Yeniden Büyük Devlet olmak, Karadeniz dolusu ter dökmeyi gerektirir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.