ASMA KİLİT

A -
A +
Saat gece yarısına yaklaşmasına rağmen hâlâ dükkândaydı Salim Efendi. Sirkeci’nin ara sokaklarındaki bu eski iş hanına dışarıdan bakanlar, dördüncü katın kirli camlarından zorlukla dışarı sızabilen yorgun ışığı görebilirlerdi. Her ayın ortasında rutin olarak yaptığı mal sayımının sonuçlarını kahverengi, deri kaplı defterine yazmayı bitireli yarım saati geçmişti. Ama kırk beş yılını geçirdiği tezgâhla duvar arasındaki o aralıktan kalkacak gücü bir türlü kendinde bulamıyordu.             *** Bir ara garip bir esinti hissetti dükkânda. Ilık bir esinti olmasına rağmen ensesinden topuklarına kadar ürperdi. Salim Efendi'yle birlikte, oturduğu yerin arkasındaki duvara asılmış, kenarları kıvrılmış ve yer yer yırtılmış Türkiye haritası da ürperir gibi oldu. Yıllar önce bir gazetenin promosyon olarak verdiği eski haritanın üzerindeki şehirler, dükkâna giren bu rüzgârla birlikte dalgalandı. Güneydoğudan Egeye, Karadeniz’den Akdeniz’e bütün şehirler hafifçe kabardı. Salim Efendi oturduğu tabureden kalktı. Gayriihtiyari camdan dışarı doğru baktı. Bir gariplik gözükmüyordu. Birkaç sokak köpeği haricinde hayat belirtisi yoktu iş hanının bulunduğu sokakta. Ama içindeki ürperti geçmedi. Uzanıp, pili düşmesin diye alt tarafını bantla tutturduğu kumandanın düğmesine bastı. Cızırtıyla açılan ekranda Boğaz Köprüsü'nü ve askerleri gördü. “Hayırdır inşallah” dedi kendi kendine. Televizyonun sesini açmaya çalıştı ama beceremedi. Kumandayı birkaç kez masanın köşesine vurup tekrar denedi. Ama işe yaramadı. Yine bir terör alarmı olmalıydı. Saatine bakıp önce televizyonu, sonra dükkânı kapattı. Merdivenlerden inerken “Alçaklar” diye fısıldadı iş hanının karanlık merdiven boşluğuna doğru.             *** Salim Efendi iş hanının kepengine her yeri küflenmiş kocaman kilidi takmaya çalışırken, birkaç metre ötede çay ocağının önünde hareketsiz duran bir karaltı gördü. Gözlerini kısıp bakınca çay ocağında çırak olarak çalışan delikanlı olduğunu anladı. Tam selam verecekken heykel gibi hareketsiz duran karaltı konuştu. “Duydunuz mu?” İçindeki sıkıntı biraz daha arttı Salim Efendi'nin. Paslı kilidi sol avucuyla biraz daha sıkarak, “Neyi?” diyebildi sadece. “Darbe olmuş.” İki kelimelik cümle karanlık sokak boyunca sıralanmış dükkânların kepenklerine çarpa çarpa büyüdü ve büyük bir gürültüyle sokağın sonunda infilak etti. Salim Efendi kıvılcımların ve dumanın arasından tek kelime etmeden yürüdü. Çay ocağının çırağının yanından geçerken, “Kilidi takmadın usta” dedi genç çocuk. Salim Usta duymadı bile. Elinde paslı, asma kilitle dalgın bir şekilde yürümeye devam etti. Delikanlının kurduğu o iki kelimelik cümle, beyninin içinde kıvılcımlar saçarak çırpınıyordu. Her tarafını ateş basmıştı. Adımları hızlandıkça daha çok alevlenen ve içini daha çok yakan bir ateş... Biraz daha yürüdükten sonra şehrin meydanlarına doğru taşkın bir nehir gibi akan insan seline karıştı. Hiç tanımadığı insanlarla kol kola girip tekbir getirmeye başlamıştı ki, burnuna bir barut kokusu doldu. Bu kez Asya kıtasına doğru “Alçaklar!” diye haykırdı ve koşmaya başladı.   Köprünün ortasına geldiğinde beyninde korkunç bir yaratık gibi sağa sola çarparak hareket eden iki kelimelik cümle son bir kez kasıldı.   Ve hareketsiz kaldı.             *** Gece yarısını biraz geçe köprünün üzerinde kanlar içinde yüzüstü uzanmış yatan yaşlı adamı kenara taşıyan gençler, adamın elinde sıkı sıkıya tuttuğu asma kilidi almaya çalıştılar. Ama son nefesini vermiş olmasına rağmen hâlâ alev alev yanan avucunu bir türlü açamadılar. Kahraman olmak için silah değil, vatan sevgisiyle dolu bir yürek gerekiyordu. Alçaklar her şeyi düşündüler de bunu hesaplayamadılar...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.