Şaşırdık mı? Hayır!

A -
A +
Nobel Ödüllü Fransız Virolog Profesör Luc Montagnier, Covid-19 virüsünün laboratuvarda üretilmiş olma ihtimalinin yüksek olduğunu söyledi geçenlerde.
Sosyal medya diliyle konuşacak olursak; şaşırdık mı? Hayır!
Bilginin kesin olmasına falan gerek yok. Böyle bir ihtimalin aklımıza geliyor olması bile insanlık adına bir facia!
Zaten dünyayı sarsan bütün felaketler, teknoloji ve bilimin insanı kâmil olma yolunda bir araç olduğu unutulduğu için gelmiyor mu?
Son birkaç yüzyıla bakın mesela… Dünyayı büyük bir hızla mahveden insanoğlunun en büyük silahının ne olduğunu düşünün!
Savaşlar, kimyasal silahlar, küresel ısınma ve içinde bulunduğumuz yüzyılda büyük veri markasıyla yapılan haydutluk… Hepsinde azmettirici teknoloji!
Fabrikada üretim arttıkça, bacadan çıkan zehirli gaz da artmak zorundadır. Bunu biliyoruz. Ama bu durum insanoğlunu temize çıkarmaz. Çünkü ceza hukukunda, taksirli suçlarda herkes kendi kusuru oranında sorumludur.
Bıçakla kimisi meyve soyar, kimisi insan keser. Meyveyi ısırarak yiyelim de insanlar ölmesin diyecek hâlimiz de yok elbette. Çünkü bıçağa düşman olmak ahmaklık belirtisidir.
Kontrol altına alınması gereken şey, bıçağı tutan el ve o eli yöneten beyinlerdir.
 
Satır atlayan bilim ve çerçeve
 
Teknoloji, hayatı kolaylaştıran buluşlar olmaktan çıkıp, sadece bazılarının hayatını kolaylaştıran bir başkaldırıya dönüştü. Her keşif, vitrinde insanlığın yararına birkaç numara çektikten sonra yer altına iniyor ve insanın kontrol altına alınamaz tutkularının elinde oyuncak oluyor.
Teknolojik cihazlar temel insani özelliklerin gözüne mil çektikçe, makinelerin kariyeri yükseliyor. Araba yürümeyi, navigasyon yön duygusunu, bilgisayar düşünmeyi, internet iletişimi unutturdu. Cihazlar akıllandıkça, insanlar aptallaştı. Kendi beynine hayran olmayı ihmal eden insan, yapay zekâ teknolojilerine şaşırarak ömür çürüttü.
Güneşi normal karşılayıp ampulün keşfini çılgınca alkışlayan…
Yıldızlara şaşırmayıp sokak lambalarını nimet sayan…
Göze şükretmeden gözlüğü yücelten zihniyet, meselenin özünden hızla uzaklaştı.
Manadan uzaklaşan insan için maddeye tapınmaktan başka bir çare yoktu. Varlığı son nefeste sonlandıran bir vizyonla, bütün yatırımlar ortalama insan ömrü mesafesine sıkıştırıldı.
Ve sonsuzluğa ayarlanmış insan aklı, sonu olan bir zamanın içine hapsedilince, yaşamak anlamsız bir telaşa dönüştü.
Aslında derin bir varoluş ıstırabı yaşadığından habersiz kitleler, hastalığı yayanların reçetelerinde şifa aradılar. Hayatın anlamını keşfetmek için yolculukta her nesil bir öncekini yanlışlayarak doğruya daha çok yaklaştığını düşündü.
Varoluşçuluk, insanın kendi değerlerini oluşturabilecek kadar özgür olduğunu söyledi. Mana arayışındaki kitleler hümanizmle teselli edilmeye çalışıldı. Ama merkeze "yaratanı" değil "insanı" koyan bu yaklaşımların hepsi, acemi bir şair tarafından yazılmış kırık dökük şiirler gibi okunup, hızla tüketildi.
Bu arada bilim dünyası takıldığı yerlerde dönemsel buluşlarının başına bir “post” ekleyip satır atladı.
Modernizm, postmodernizm. Pozitivizm, post-pozitivizm...
Tabii inanç ve değerlerden yoksun olan bütün yaklaşımlar, insan ruhuna yaklaşamadı. Ruh kaybolunca ahlak da kayboldu.
Ticaretin niteliğini belirleyen şey, tüccarın zihniyeti ve niyetidir. Herkes yatırımını inancı doğrultusunda yapar.
Önemli olan teknoloji ve bilimin sınırlarını, bu dünya hayatının sınırlarından taşacak bir çerçeveye oturtabilmektir.
Ölümden sonrasını yok sayan bir yatırım vizyonu, elbette ahlaktan yoksun olacaktır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.