Olgunluk ve pişkinlik

A -
A +
 
Hayatta her şeyin rast gitmesi bazen insanın felaketi olur.
Her şey yolundayken, yolu kaybetme ihtimali artar. İnsanın arzu ve istekleriyle arasındaki mesafe azaldıkça hayatın lezzetleri de azalır. Leyla-Mecnun veya Ferhat-Şirin hikâyeleri kavuşmanın değil bekleyişin hikâyeleridir aslında.
Ve hayatın asıl lezzeti, beklerken yaşanır.
Baharı en iyi anlatan çiçektir belki. Ama insanı diri tutan, bahar özlemini bir kuru dalda yaşayabilmektir. Bazen bir fidanı sulamak, ağaç gölgesinden daha keyifli olur. Çünkü insanı hayata bağlayan, henüz gerçekleşmemiş hayallerdir. Çözülemeyen problemler, ulaşılamayan hedefler ve halledilemeyen işler insanı diri tutar...
Gerçekleşen her hedef, bir satır siler hikâyeden. Kavuşulan her hayal, hayatla olan bağlardan birisini koparıp atar. “Hayat benim için anlamını kaybetti” cümlesi hükümsüzdür. Çünkü kaybolan şey hayatın anlamı değil, bizim anlama kabiliyetimizdir. “Tükenmişlik sendromu” denen şey de zaten ihtiyaçların tükenmesi sonucu ortaya çıkan tatminsizlik durumudur.
Sıkıntının müjdesi sabır, sevincin müjdesi şükürdür. Sabır ve şükür yoksa, dertler de sevinçler de hayatın içinde sıradan gelişmelerdir.
İnsan, sıkıntı olarak gördüğü bazı şeylerin aslında ne kadar büyük nimet olduğunu anladığında olgunlaşır. Kamil insanın en büyük endişesi başına ne geleceği değil, başına gelene nasıl tepki vereceğiyle ilgilidir. “Ondan gelen her şey güzeldir” cümlesine sımsıkı sarılan insan için kaygı yoktur.
Herkes bir şeyler yaşar bu hayatta. Ama olgunlukla pişkinlik arasındaki fark, insanın yaşadıklarını nasıl karşıladığıyla ortaya çıkar...
             ***
Bir kapı açılır bazen. Usulca ve tedirgin bir şekilde girer insan. Başına ne geleceğini bilmeden etrafına bakınır. İşte gerçek öz güven, o kapıyı açanın hürmetine tevekkül edebilmektir.
Hatasız kul yoktur dünyada. Ama hatalarıyla yüzleşmekten korkan çoktur. Hâlbuki mahcubiyet, insanın nefsine karşı en güçlü başkaldırışıdır. Utanmak, pişman olmak ve tövbe etmektir insanı güçlü kılan. En büyük zayıflıksa, insanın çok güçlü olduğunu düşünmesidir.
İnsan “Ben olmasam” ile başlayan cümlelerle zehirler bazen kendini. Kendini büyük gördükçe küçülür, ufacık kalır. Hâlbuki insanın başını önüne eğen başarısızlık, burnunu havaya kaldıran başarıdan daha kıymetlidir. Çünkü zirvenin havasını her bünye kaldıramaz.
Her şeyin en iyisini bilen, her şeyi en mükemmel şekilde yapan insanlar vardır bu dünyada elbette. Ama onlar böyle bir iddiada bulunmadıkları için kıymetlidirler. Zaten böyle olduğunu iddia edenlerin çoğu da boş beleş hayatlar yaşayıp ölürler. Çünkü tevazudan uzaklaşan insan, nefsiyle sarmaş dolaş olur.
Bu samimiyetin bedeliyse, harabiyettir.
             ***
İnsanın en büyük mesuliyeti, teslimiyettir. Kime, ne için teslim olunması gerektiğini bilen için korku yoktur. Ama bu soruyu boş bırakanların hayatlarındaki boşluk asla dolmaz.
İnsan doğduğu andan itibaren ölümü bekler aslında. Ölümü son durak olarak görenler için, yolculuğun bir anlamı kalmaz. Yolculuğa anlam katan, ölümün bir son değil, başlangıç olmasıdır.
Kul olduğunu hissetmek kadar büyük bir şifa yoktur insan için. Kırık bir kalp, mahzun bir gönül, kulluğun müjdesidir bazen. “Kalbim çok kırıldı” cümlesi bir yakınma değil, şükür vesilesi olmalıdır. İnsan farkına varmaz belki ama sıkıntılar huzurun altın anahtarıdır.
Spot ışıkların altında sahne performansı vardır. Yoğun ışıklar altında yapmacık hayatlar oynanır. Huzur ve dinginlik ise kandil ışığına muhtaçtır. Gözü ve gönlü yormayan, insanı dinlendiren ve yönlendiren bir ışık…
Huzur ikliminde gölgeler bile yumuşaktır.
Tevekkül sahibi insan bazen küçücük bir kahve fincanına dünyanın mutluluğunu sığdırır. Bazen de bir gece yarısı tek başına ellerini kaldırıp dua ederken alınan haz, bin geceye sığmaz olur.
Acziyetle afiyet arasındaki ilişkiyi çözümleyen insan, hayatın sırrına ermiş demektir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.