‘Türk milleti şairdir'

A -
A +

Oğluma Nasıl başlasam bilmem, nasıl anlatsam sana? Seni verdiği için şükürler Yaradana... Çatallı ayrımına bırakıldın bir yolun, İyi ve kötülerle döşenmiş sağın solun. Bir tarafta çığ gibi gelişen medeniyet. Diğer yanda ahlakı katledilen cemiyet. Bir yanda gökyüzünü parselleyen devler var, Diğer yanda ekmeğe bile muhtaç evler var. Dünya tezat içinde, medeniyet ve savaş. Gerçekleri görmeye başlarsın yavaş yavaş. Batıdan ilim, fen al, amma modayı asla, Sırtını, kökü derin şanlı çınara yaşla. Bu mezarda tarih var, kupkuru bir taş değil, Sana seni anlatır, hele kulak ver, eğil. Sen dedene söversen; torunun sana söver, Geçmişe çamur atma saygı beklersen eğer. İnsan yalnız, çok yalnız sarıldıkça maddeye, Gelmiş kalpler beyinler hırstan çatlar raddeye. Robot yapan insanlık bizzat robotlaşıyor. Ruhsuz, hissiz, manasız, adeta otlaşıyor. Sığınacak ne mabut ve ne de bir mabet var. Yaradana kulluk yok, maddeye ibadet var. Sırıtan medeniyet ededursun iftihar, Sonuç; ya uyku hapı, ya stres, ya intihar... Günümüzde bütün ülkeyi kasıp kavuran bir ekonomik kriz sürüp gidiyor. Bu krizden kurtulmak için de program üstüne program aranıyor. Dünyadaki bütün ekonomik sistemlerin, izmlerin bir tek gayesi vardır... İnsanların mutluluğu. Fertler arası sosyal adalet, refahın eşit dağıtımı. Ben inanıyorum ki Müslümanın da Hıristiyanın da Yahudinin de, Hümanistin de, Komünistin de, Sosyalistin de, Liberalistin de hedefi, ülküsü, ideali budur... Fakat bu gayeye giden yollarda yapılan hatalar, insanoğluna hâlâ adaletli bir düzen kuramamış, dünyanın çeşitli kıtalarında, ülkelerinde, bölgelerinde refah düzeyleri arasında uçurumlar olan insan grupları varolagelmiştir. Hatta ekonomik doyuma ulaştığı söylenen Avrupa ve Amerika'da bile açların, yoksulların, köprüaltı insanlarının olduğu bilinmektedir... Bence, önce insan... İnsanın gönlüne yardımlaşma duygusunu, merhameti, şefkati koyamadığınız takdirde, sistemin adı ne olursa olsun aksaklıklar olur... Köy mü şehir mi? Anadolu bir bakıma unutulmuş gibidir. Ama köy hayatının da şehir hayatının da kendisine göre güzel ve kötü yanları vardır. Ben ne köy ne de şehir denecek bir yerde, Divriği'de doğmuşum... Bu şirin ilçede hem köy hem şehir hayatına yakın yaşadığım, daha sonra tahsil hayatımı İstanbul'da devam ettirip daha sonra da Avrupa'yı görme fırsatı bulduğum için tabiata ve teknolojiye bağlı hayat tarzları arasındaki farkları, birbirlerine olan olumlu ve olumsuz yönlerini bizzat yaşayarak tecrübe ettiğimi sanıyorum. Şehir hayatının çok katlı apartmanlarının pırıl pırıl ışıklı görünümünü bazı köylüler özleyebilir. Bazı şehirliler de gül ağacının dibinde bir bardak taze sütü balla tatlandırıp içmenin hayalini kurarlar. Apartman hayatının kuralları insanları sıkar ama köy hayatında da az zahmet yoktur. Sadece hayvanların kaldığı yerin temizliği bakımı vardır ki öyle kolay kolay herkes tarafından yapılamaz. Bugün bazı zenginlerin, dün kaçtıkları köylerinin özlemiyle bağ evleri yaptırıp içinde bahçıvanlık yaptıklarını, bel belleyip, bahçe suladıklarını, bununla da şehir hayatının stresinden kurtulmaya çalıştıklarını çok iyi biliyorum. Şiir merakı... Gazeteci yazar Gürbüz Azak'ın çok hoşuma giden bir tespiti vardır. Der ki: "Doktorlar şair olmalıdır. Mühendisler ressam; mimarlar müzisyen olmalı... Bunu da boş zamanlarında değil, hayatının bir parçası olarak yapmalı..." Türk milleti şairdir. Duygularını şiirlerin kanatlarına yüklemeyi çok sever. Bizde de şiire karşı bir merak uyanmıştır. Ardından "marifet iltifata tabi" sözü gereğince, şiirlerimin beğenilmesiyle şiire devam etmem gerektiğine karar verdim. Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in şiirleri, benim üslubumda çok önemli rol oynamıştır. Şu sıralar şiir kasetleri gündemde... İnsanımız şarkılardan, aranjmanlardan vs. yavaş yavaş yönünü şiire çevirmeye başlamıştır. Bu, şiir açısından güzel bir gelişmedir. Ancak, Anadolu'da olup da sesini duyuramayan yüzlerce şair vardır. Onların da keşfedilmesi gerekir diyorum. Gençliğe güveniyorum Günümüz toplumu asırların değişimini bir arada yaşıyor. Bu açıdan baktığımızda gençliği de iki yol üzerinde görüyoruz. Bu iki yol genel manada iki tip genci karakterize ediyor. Biri dününe saygılı, "izm"lerin etkisinden kurtulmuş, milli kültürüne inanan ama araştırmacı, yeniliğe açık sürekli bir arayış içinde olan gençlik. Diğeri ise hiçbir gayesi olmayan rüzgârın önündeki gazel gibi savrulan sahipsiz gençlik... Pekşen'den bir hatıra "Seksenlik teyzenin korkusu" Sivas'ta Sıcak Çermik Tesisleri var. Belediyeye ait kaplıca gibi bir tesis. Geçmiş yıllarda burada bir teyzenin torunu boğulmuştu. Biz bu olay üzerine belediye olarak durumu inceleyip, hatanın kimde olduğunu, araştırıp olayı ona göre mahkemeye sevk edecektik... Teyzenin ifadesine göre, oradaki görevlilerin bir ihmali yok. "Hata tamamen benim torunumda." diyor. Ama teyzemin, bu ifadesini yazılı olarak belediyeye vermesi lazım. Adresine zabıta ile celpname gönderdim. Zabıta gelip dedi ki: - Kadıncağız seksen yaşında. Hasta yatıyor. Öyle olunca biz ayağına gittik. Şehrin kıyısında tek katlı bir ev. Biz sorduk o söyledi. İfadeyi kaleme aldık. Şimdi imzasını atması lazım. -Teyze şu mürekkebe parmağını bastırıp, şu kağıdın altına parmağını basacaksın. -Basmam. -Teyzeciğim o zaman bu ifadenin hiçbir geçerliliği olmaz ki? -Oğlum, bana rahmetlinin vasiyeti var. "Hanım hiçbir zaman hiçbir yere ne imza at ne de parmak bas!.. Yoksa bu kötü evi de senin elinden alırlar." dedi. Onun için ben parmak basamam. Ne diller döktük bilemezsiniz... Kadıncağız en son olarak, "Anlattıklarınızdan ikna olmadım ama, sizin iyi bir insan olduğunuzu anladığım için, bir seferlik vasiyeti tutmayayım" dedi ve mührü bastı...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.