İstanbul’un kimsesizleri

A -
A +

 

“Koskoca İstanbul’da kim bilir kaç kişiydi bu tür birbirinden habersiz ve çaresizler…”

 
Hasta ziyareti için hastaneye nasıl gideceğimi unutmuş eline aldığı iki halk ekmekle boynu bükük evine dönen yaşlı amcayla ilgili kendimce dertlenmeye devam ediyordum:
Bu amca köyde olsaydı koyunu keçisi olduğu için ete mi hasret kalırdı? Ah kim bilir hangi sebep onu buralara attı? O koskoca gövdesi yaşlılıktan değil sanki dertten kamburlaşmış, elindeki poşetin içinde bulunan iki halk ekmeğinin ağırlığıyla başı aşağıya düşmüş hâldeydi… O yolun öte yakasından sessiz sedasız ağır adımlarla yürüyüp giderken, zübde-i âlem denilen bir insanın bu garibanlığa düşmesine kahroldum… Koskoca İstanbul’da kim bilir kaç kişiydi bu tür birbirinden habersiz ve çaresizler…
O ışıl ışıl yanan metro istasyonlarından şimdi bu, hayattan muhacir eşyadan öksüz insana geldiğimde duygularım allak bullak oldu… "Yara sızlar yara sızlar/Ok değmiş yara sızlar./Yaralının hâlinden,/Ne bilsin yarasızlar…"
Derken halk otobüsümüz gelmişti. Bindim otobüse… Baktım otobüste demir tutamaçlara monte edilmiş hâlde telefon bilgisayar vb. şarj edecek aparat var. Teknolojideki imkânlar bir yanda, insanların hâli bir yanda…
Otobüs ilk defa gördüğüm yerlerden geçerek alıp götürdü bizi… Abdi İpekçi Caddesi'ne çıktığında bir kere daha düşündüm ki İstanbul bambaşka bir şehir… Bir insanın ömrü yetmez İstanbul’u tanımaya…
Otobüs çok sürmedi tekrar yan yoldan içeri girdi. Hemen yol ağzında da bir kadın ve çocuğunu indirirken onlara dedi ki:
“Eğer Fizik Tedaviye gidecekseniz aşağıda… Hastaneye gidecekseniz yukarıda...”
Kadın, çocuğuyla indi… Ben hastaneye gideceğim için inmedim. Otobüs iki durak kadar yukarıya çıktı ve koskoca bir hastane binasının önüne geldi:
“Evet son durak” dedi şoför…
Teşekkür ederek indim. Telefonum da biraz şarj olmuştu… Fakat hastanenin önü bomboştu… Giriş yazan kısım ise inşaat molozlarıyla doluydu. Orada bir güvenlik kulübesi vardı. Gidip sormak istedim. Fakat bir baktım görevli şekerleme hâlinde. Kim bilir nasıl yorgundu veya dün gece uyumamış mıydı? Karşıdan da cama güneş vurunca dalmış gitmişti garibim… Nasıl tatlı uyuyordu… Kıyamadım uyandırmaya…
Oradan birine sorsam ama kimseler de yok… Vakit öğleye yaklaşmış… Derken hastanenin çevresini dolaşayım, belki başka yerde kapısı vardır, dedim. Ama bu tenhalık şaşırttı beni. Bir hastane bu kadar tenha olamazdı… Yukarı kısma doğru yürümeye başladım... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.