Öyle demişti annem…

A -
A +
“Git yuvanı kur evini bil, bu anacığınla daha ne kadar kalacaksın?”
 
İşler bu noktaya nasıl geldi aklım almıyor… Ben şimdi yirmi dört yaşında bebeğini kaybetmiş. Yara bere içinde burada, bu odada hevesle aldığımız gardırobun önünde mermisi namluya çekilmiş bir silahla baş başayım. Düşündüğüm tek şey artık kendimi bu eve, bu hayata ve bu dünyaya ait hissetmediğim.
Aslında her şey çok normal başladı. 2 yıllık üniversite bittikten sonra, iş bulamadım. Evde oturduğum süreçte tanıştırıldığım biriyle evlilik hazırlıklarına başladım. Önce sevecen, düşünceli kibar bir adamdı Mehmet. Önce sözlü sonra nişanlı derken en son karı koca olduk. Ondan sonra oldu ne olduysa…
Mesleği gereği şehir dışına uzak bir yere kuruldu evimiz. Babam ben on altı yaşındayken vefat etmişti. Annemden ayrılmak da çok zor gelmişti bana. Ama kadın kısmı işte hem ağlar hem giderdi. Öyle demişti annem, “git yuvanı kur evini bil, bu anacığınla daha ne kadar kalacaksın?”
Öyle de oldu, evim oldu yuvam oldu. Ama bir şeyler noksandı. Kısmen görücü usulü evlenmiştik. Hem kim sevdiğiyle evlenebilmişti ki. Nikâhta keramet vardı, sevgi zamanla oluşurdu önemli olan saygıydı. Öyle öğretmişlerdi bize, öyle büyümüştük.
Zaman geçtikçe öyle olur diye düşündüm birbirimizi severiz, sayarız... Eşimin iyi bir işi ve maaşı olmasına rağmen ne bana para veriyordu ne de eve bir şeyler alıyordu. Önceleri “yeni evlendik borcumuz var” diye düşünürken sonra öğrendim. Kayınvalidem, eşimi yönlendiriyormuş. “Kadın kısmına para verilmez! Eve çok alırsan çarçur eder. Eksik etek sonuçta saçı uzun aklı kısa olur” gibi sözler söylüyormuş.
Eşim benden iki yaş büyüktü aslında… Ama öyleydi ya ben elkızıydım o onu doğuran, büyüten kutsal bir varlık olan ayağının altında cennet olan annesiydi. Sustum...
Hem evlilik böyle bir şey değil miydi zaten? O benim kocamdı! Parayı o kazanıyor, karnımı o doyuruyordu. Olurdu böyle şeyler, zamanla düzelirdi. O zaman öyle zannetmiştim.
Gün geçtikçe Mehmet işten daha sinirli, tahammülü kalmamış şekilde dönmeye başladı.
Bir keresinde bir arkadaşıyla konuşurken duydum;
“Karının sırtından sopayı…" diye söylenen tekerlemeyi konuşuyorlardı.
Aman Allah'ım bu adam kimdi, ben nasıl biriyle evlenmiştim?
Artık ne istediğimin ne düşündüğümün ne hissettiğimin bir önemi kalmamıştı. Karnımı doyuran adam hem irademin hem de bedenimin sahibi var sayıyordu kendini. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.