Huzurevi benim iyiliğim içinmiş...

A -
A +
“Esen deli rüzgârların sesi, nehrin yamacındaki o kamışın tadı bile aynıydı...”   Hayretler içinde, ciddi olup olmadığımı anlamak için çehremi süzdüler. Damadım Adnan konuştu bu sefer: “Baba onlar gerçek değiller ki sen neden inanıyorsun onlara, gerçek hepimizin seni çok sevmesi ve senin iyiliğini istemesi” Kaşığımı yavaşça bıraktım. “Öyle olsun bakalım, ben az dolanmaya çıkıyorum. Müsaadenizle, afiyet olsun size...” Yavaşça oradan uzaklaştım. Dev meşeye doğru yürümeye başladım. Tayım Uğur oradaymış da beni bekliyormuş gibi düşündüm o saniye… Eskilerde olduğu gibi nehrin bitişiğindeki kamışı kopardım ve dudağımın köşesine iliştirdim. Tepemde yine deli rüzgârların uğultusu vardı. Uğur'a o kadar ihtiyacım vardı ki. Şu an ona yaslanıp içinde bulunup da sıyrılamadığım bu ruh daralmasının sebebini anlatıp rahatlayabilirdim belki de… Böyle bir şansım olsaydı eğer dünyanın hiçbir ziynetine değişmezdim, inanın bana asla değişmezdim. Meşenin yamacına kurulup bacaklarımı uzattım, sol bacağım yine seğiriyordu. Kendimi tutamadım Uğur'un olmamasına mı, çocuklarımın benden kurtulmak istedikleri için mi bilmiyorum, tek bildiğim gözyaşlarıma engel olamayacak kadar canımın yanmasıydı, insan ihtiyarlayınca gerçekten çok duygusal oluyor... Birkaç dakika sonra duruldum ve az önce konuşulanları dizginledim beynimde. Kendi kendime konuşmaya başladım: “Onlar benim iyiliğim için istiyorlarmış huzurevine gitmemi, bunda ne fenalık var ki? Belki beklediğim gibi bir yer değildir. Hem daha ne kadar yaşayacaksın ki Ömer Efendi? Çocuklar babalarının kötülüğünü istemezler, neden bu kadar üzülüyorsun; benim iyiliğim içinmiş her şey, benim iyiliğim için...” Bu kelime beynimde yankılanıyordu âdeta. Ardı ardına dizilmiş dağları seyrettim bir süre… Burada çocukluğum geçmişti… Düştüğüm bu duruma gülümsedim kısa bir süreliğine. Oysa esen deli rüzgârların sesi, nehrin yamacındaki o kamışın tadı bile aynıydı. “Ben ne ara onca sayıyı bıraktım da ardımda, çocuklarım benden kurtulmak istedi?” diyerek, derince içerledim. Biraz sonra tekrardan yaşlı kalbim sıkışmaya başladı: “Tabii ya tabii ki öyle diyeceklerdi ne sandın ki başka?” Aklıma bir gerçek ilişti o saniye. Şöyle bir gerçek var… Demiştim size “insan eti en ağır yüktür!..” İnsan yürüyen, konuşan hastalıklı yaşlı bir problemden kurtulmanın yolunu bulduğunda genel olarak böyle söylemezler miydi?

        Salih Sezgen-Ordu

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.