Yüz dörtlük ninem

A -
A +
“Ayaklarımıza bir tek kışın ayakkabı giyerdik. Gerisi tarlada toprakta yalın ayak gezerdik...”     Sebze poşetlerinin altından çıkan bir sürü ambalajlı gıda üzerine muhabbet ederken Ali Bey dedi ki: “Benim ninem yakınlarda vefat etti. Yüz dört yaşındaydı. Bundan beş altı sene öncesine kadar sabah kahvaltıdan sonra yaya olarak köyden çıkar, sekiz on kilometre uzaklıktaki zeytin bahçesine yürür, ikindiye kadar zeytinlikte çalışır sonra sırtında küfe ile ikindiye doğru köye dönerdi… Yarı yolda eğer bir traktör bir taksi bir vesait rastlar da “Ninem gel seni de köye kadar bırakalım” derlerse onlarla; kimseye rastlamazsa yaya olarak köye kadar gelirdi... Çünkü ninem tabiattan bir parçaydı. Öyle ambalajlı gıda, endüstriyel gıda nedir bilmezdi. Köyde süt yoğurt, peynir, zeytin yumurta, et tavuk ne varsa hepsini doğal hâlde beslenirdi. 80 veya 85 yaşlarında olmalıydı. Yine böyle zeytin bahçesine giderken veya çalışıp dönerken yolda bir trafik kazası yaşanıyor. Ninemin ayağı kılırdı o kazada. Çok üzüldük. Çünkü biliyorsunuz yaşlı insanların en korktukları şey düşüp kaza geçirip bir yerlerini kırmalarıdır. Bir daha kemik kolay kolay kaynamaz. Kaynamaya gücü yetmez… Biz de “ninem artık yatağa bağlı kalır” tedirginliğiyle hastaneye götürdük. Röntgenini çektiler. Röntgene bakan ortopedi doktoru çok şaşırdı: “Bu film bu ninenin ayağının filmi öyle mi?” dedi… -Evet doktor bey, derken biz de biliyorduk bir daha kırığın kaynamayacağını… Ama doktor bizim düşüncemizi söylemedi. “Bu nine kaç yaşında?” diye sordu. Seksen yaşın üzerinde olduğunu öğrenince dedi ki: “Nüfus yaşı öyle ama beden yaşı çok gençmiş maşallah… Bu kemik yapısı kırklı yaşlarda bir insanın kemik yapısı kadar dolu ve sağlıklı gözüküyor. Bu kırıklar tutar inşallah.” Bu habere sevindik. Ayağı sargıya alındı… Bir süre istirahat verildi. Alıp eve getirdik ninemizi… Gerçekten de gençler kadar çabuk olmasa da ninemin ayağındaki kırık tuttu. Ninem iyileşti… Vefatına yakın zamana kadar da çalıştı… Biz topraktan hiç kopmazdık memlekette… Şu ayaklarımıza ayakkabı, bir tek kış mevsiminde giyilirdi neredeyse. Gerisi tarlada toprakta yalın ayak gezerdik… Ama iştahımız yerindeydi, sağlığımız yerindeydi. Hastane nedir doktor nedir ilaç nedir bilmezdik… Ah nereden geldik bu koca şehre nereden!..        Halil Yasin-İstanbul
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.