Köy meydanları hep güzeldir...

A -
A +
“Meydana yaklaştıkça bizim ağaların seslerini ve tek tük ezik kahkahalar işitmeye başladım.”
 
Köyün çakıllı yollarından keklik şakımalarının gittikçe yükseldiği ardıç ağaçlarının gölgesinde yavaş yavaş ilerledim. Orada, filizleri temizlenmiş bir fındık tarlasından dere yanındaki meşenin dibine kuruldum. Karşı tepede kuş uçmaz kervan geçmez Karadağ’a şöyle gözlerimi dikip mırıldanarak bir türkü patlattım:
“Bu derelere inmeli/Yâre haber etmeli…”
Birkaç dakika orada öyle oturunca köyün çobanı göründü derenin diğer ucundan. Beni görünce yanaklarından bir çizgi iniverdi çenesine kadar.
Elindeki çoban değneğini salladı karşıdan. Paçalarını da dizlerine kadar sıvazlayıp lambur lumbur dereye atlayıp yanıma vardı.
“Hoş geldin Nuri Ağabey” dedi yanıma otururken.
“Yahu hasret ettirdin kendine. Nerelerdeydin Allah aşkına bunca zaman?”
Sonra bir telaş içinde heybesinden yufka ekmek ile çökelek ve birkaç da zeytin çıkarıp şirin bir yer sofrası hazırladı.
“Ne edeyim Hasan, dedim, uğraşıyoruz işte şehirde; çalışıp çabalıyoruz.”
-Zordur zor, dedi sonra yufkanın ucunu bana uzatarak.
Elimi göğsüme götürüp kafamı geriye çektim. Sanki zorla birisi lokmayı ağzıma tıkamaya çalışıyormuş gibi evhamlandım.
“Tokum Hasan” dedim “Sana afiyet olsun...”
Birkaç dakika köyden, kasabadan, koyundan kuzudan, havadan sudan topraktan konuştuk. Sonra Çoban Hasan’ı selametleyip köye doğru yürüdüm.
İkindi vakti olmuş, köylü camiden yeni çıkmıştı. Meydanın önüne gelince bizim muhtar; gözlüğünü burnunun kemerinden kurtararak yuvasına yerleştirip iyice bir süzdü beni.
Ben olduğumdan emin olunca ayağa kalkarak bana doğru gelmeye başladı.
“Ah köyün yüz karası Nuri! Neredeydin bu zamana kadar?”
“Anca gelebildim Muhtar” dedim. Kemikli kollarından boynumu zor kurtardıktan sonra “işlerimiz başımızdan aşkın” diye mırıldandım.
O da kollarını gevşetti zaten… Gel hele otur şöyle dedi ve yer gösterdi…
Muhtarın gösterdiği yere otururken köylüler de yer gösterdiler. Sonra ardı arkası kesilmeyen merhabalara tek tek “merhaba” ile karşılık verdim.
-Merhaba… Merhaba…
Kahveci Dursun’un çayından getirdiler. Çeyiz sandığına benzer radyodan cızırtılı nağme doluyordu kulaklara ama herkes şehirden gelmiş olan bana bakıyordu. Öyle ki ahalinin gözleri üzerime devrilmiş hâldeydi. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.