Baba… İki hece dört harf

A -
A +
Baba, bakılınca iki hece dört harften oluşan sıradan bir kelime değil mi?
Baba… Ama o mini minnacık harflerin arasında benim babam var… Benim için her şeyden daha öte olan babacığım var...
Gözlerinizi yumduğunuzda siz rüyalar âleminde olsanız bile o gelip gece uykuda üzerinizi örter siz mışıl mışıl uyurken sizi sessizce gözleriyle sever… Beni uykumda seven, üzerimi merhamet ve şefkatle örten ama sevgisini sessizce yaşayan biricik babam…
Babamı nasıl anlatabilirim ki? Onu anlatmaya çalıştığınızda kullanacağınız her kelime yetersiz kalır… Anlatılamaz kıymeti, yazık olur anlaşılmazsa kıymeti.
Hangi sevgi kelimesi söylenirse söylensin babayı tanımlamada aslında hepsi aynı manaya çıkıyor. Bu sebeple babamlar ilgili bütün sevgi kelimelerini, hepsini birden kullanmak istiyorum… Sevgiden yana her şey bana babamı hatırlatıyor çünkü…
Babam...
Babalar çok sever inanın… Hep sever… Sevdiğini söylemez ama yüreği ürperir evladına bir şey olacak diye... Evladını bir kartal misali kanatları altına alır. Evladının canı acısa onun ciğeri acır. Hep susar ama babalar, severken bile susar. Az konuşur öz konuşur onlar. Babalar tüm yükleri omuzunda taşır bir ömür… Çocuklar hata yaptığında evet hatalara bağırır çağırır… Ama aslında hataları çoktan affeder babalar… “Bir daha yapma!” diye uyarırken senin üzüldüğüne bile senden çok üzülür, canım babam.
Babamın gölgesinde büyüyen narin bir papatyayım ben, sevgisiyle sulanan merhametiyle büyüyen şefkatiyle güzelleşen bir kelebek…
Babalar ağaca benzer, dalları zaman zaman yaprak dökse de kökleri hep sağlamdır.
Gölgenden hiç ayrılmamak dileğiyle canım babam 
Ve tüm babalara… Bir ömür sağlık dileklerimle...
            Aleyna Demirdağ
 
 
 
ŞİİR
 
                Hissizlik
 
Su üstünde yürür gibi
Rüzgârın kanadında göğe yükselir gibi
Uçuşuyor ruhum boşlukta
Yedi kat gök binmiş tepeme
Fikir yerin dibinde
Beynimde heyelan...
İki ileri bir geri koşturuyor içimde
Saati bozuk, beden sarayım...
Yel değirmeninde öğütülüyor zaman...
Boşluğun içinde çınlıyor sesler
Duvarlara çarpıyor gölgelerimiz
Yağmurlardan aşınmış kubbelerimiz
Ve yokluğun izlerinde son...
Dönüyor zamansızlık içinde zaman çarkı
Sanıyorum yere değiyor parmak uçlarım
Alevin harında titreyen bakışlarım
Kaçışıyor dört bir yana hezeyanlarım
Bilinmezlik içinde ilerliyorum...
Bir ucu gök kubbede benliğimin tutacı
Çözülünce çöküyorum yüzüstü yere
Düşünce ellerimden tutan o kudret
Kocaman hiçlikte kayboluyorum
Benliğimi zerrelerde arıyorum
Buldum Buldum!
Kendimi buldum, Zannediyorum!
Başım hâlâ göklerde...
Hakikat...
Ayaklar altında sürünüyorum...
Yedi kat yer yedi kat gök
Katlanıp gidiyor önümde kâinat
Yerle bir olmuşum; yerle yeksan olmuşum
Bir avuç topraktan var oluşum...
Yolun sonunda bekliyor bizi sırat...
Varlığının en yüce delili kâinat...
                          Fatma Subaşı
 
 
 
UNUTULMAZ OLAYLAR
 
17 AĞUSTOS 1999 DEPREMİ: 17 Ağustos 1999'da tüm Türkiye hüzne boğulmuştu. Çünkü o gece saat 03:02'de merkezi Gölcük olan 7.4 büyüklüğündeki bir deprem tüm Türkiye'yi uykusunda yakalamıştı. Yaklaşık 45 saniye süren bu deprem sadece Kocaeli değil, Ankara'dan İzmir'e kadar geniş bir bölgede hissedilmişti. Depremde resmî rakamlara göre 17.480 kişi ölmüş 23.781 kişi yaralanmıştı. 505 kişi sakat kalmış, 285.211 ev, 42.902 iş yeri hasar görmüştü.
2010 yılında yayınlanan Meclis Araştırması Raporu'nda ölen kişi sayısı 18.373 olarak güncellenmişti. Peki ya resmî olmayan bilgiler? Onlara göre en az 50.000 kişi can verirken 100.000'e yakın kişi yaralanmıştı.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.