Şehitlerimizin ardından...

A -
A +
Son damlasına kadar akıtmadık mı gözyaşımızı? Biz değil miydik yüz yıl evvel hep birlikte mermilere göğüs geren? Çanakkale ve Sakarya nerede? Nerede o birlik? Çok geçmedi 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden. Türk Milleti izin vermemişti üç beş cuntacıya. Biz devralmıştık vatan sancağını Çanakkale gazisi dedelerimizden, öyle kolay teslim etmezdik. Vatan, millet, bayrak aşkına her birimiz yatmıştık tankın, tüfeğin altına. Çok şehit verdik, çok ağladık. Elbet ödeteceğiz bunu yapanlara. Durup bir düşünelim ne için bu ölümler, kime kızmıştı bu kadar dünyayı yöneten çok uluslu emperyalist güçler? Biz gençler biliyoruz. Biz de anlıyoruz bazı hataların bedelini ödediğimizi. Kullanmayı beceremediğimiz “bor”, hâkim olamadığımız “Suriye” Bunlar değil miydi asıl sorun? Ne istiyorlardı bizden? Hepimiz görüyoruz Suriye’yi, Irak’ı ve iç savaş kurbanı olan diğer ülkeleri. Biz boyun eğmiyoruz diye mi bu kadar intihar saldırıları? Kızılay’da, Taksim'de, Kayseri’de, Beşiktaş’ta yanmadı mı yüreğimiz yeterince? Sızlamadı mı burnumuzun direği? Sadece bunlar mı? Hayır! Diyarbakır, Mardin, Hakkâri, İdlib, Münbiç... Tek bir yer odaklı değil, her yerde yaktılar yüreğimizin en ince yerini. Bütünlüğümüzü bozamadılar. Daha çok saldırdılar. Onlar ne kadar gelirse gelsinler teslim olmayacağız. Biz yüce bir milletiz. Zigetvar’da Kanuni’nin, Haliç’te Fatih’in, Sarıkamış’ta doksan bin askerin yüreğindeki inanca sahibiz. Biz kenetlendik mi birbirimize, dünya bir araya gelse giremezler aramıza. Şehit olup şehadet şerbetini içen askerleriniz de biliyorlardı bunu. Bize düşen onların mübarek ve asil kanını yerde bırakmamaktır. Onların uğruna canını feda ettiği bu vatanın, her köşesi bilfiil kanla sulanmış olan bu kutsal toprakların emanetçisi olan biz, Türk milletinin asıl ülküsünün ne olduğunu hiç birimizin unutmaması lazımdır. Bizler yaşadıkça, onların bu kahramanca yapmış oldukları mücadelenin; şeref ve haysiyet yoksunu vatan hainlerine karşı direnişlerini ne unutmalı ne de tarihin tozlu sayfalarına gömülmesine izin vermeliyiz. Her daim bundan gururla, göğsümüzü kabarta kabarta bahsetmemiz, onları yattıkları kabirlerinde şereflendirmeliyiz! Şehitlerimizin ebediyete irtihal edişini rahmetle, saygıyla anıyorum. Siz ebedi istirahatgâhınızda rahat uyuyun. Bizler sizin emanetiniz olan bu topraklara her zamankinden çok gönülden sahip çıkarak şehitlerimize layık bir millet olmaya devam edeceğiz. Ruhları şad olsun!             Ömer BÜLBÜL       ŞİİR
                Sevdiceğim   "Ayaz şehrin mimarı" diyorlar bana; Kar tanelerinden gerdanlık yaptım yüreğinin ay kokan sadrına Zifirî karanlıkta, gölgemle ısıttım avuçlarını Avuntularımı; yön bilmez tipilerin uğultularına sakladım Yokluğuna değil, varlığına yaktım ''ağıt''larımı!   Sen gideli sevdiceğim, "Ayaz şehrin mimarı" diyorlar bana; Zemheri mevsimin lacivert akşamlarında Gâh "leyl" makamından Gâh "aşk" makamından Şarkılar söylüyorum Siyahın ''matem'' tutan en parlak yıldızlarına...   Sen gideli yaz bakışlım; Namım aldı yürüdü, "Ayaz şehrin mimarı" diyorlar bana; Ateş böceğinden kandiller yaktım buz kaldırımlı sokaklarıma Üryan bıraktığın hecelerim üşürken, sensizliğin alevinde! Kaybettim göz bebeklerimi senin bulutlu gülüşlerinde Temmuz karlarıyla setrettim ateş desenli şiirlerimi Fuzûlî beni kıskanır Itrî benim için yapar bestelerini,   Sen gideli köz bakışlım "Ayaz şehrin mimarı" diyorlar bana; Bilmem kaç asır oldu? Alışamadım kasvetli dünyanın, kesret rengi yalnızlığına                   Adil Çopur 
            UNUTULMAZ İSİMLER   FARABİ: Ses olayını ilk defa fiziki yönden açıklayan bilim adamı. İsmi, Muhammed bin Turhan bin Uzluğ bin Turhan et-Türkî el-Fârâbî olup, künyesi Ebû Nasr’dır. 873 (H.259) senesinde Türkistan’ın Fârâb şehrinde doğdu. Doğduğu yere nisbetle Fârâbî denildi. Aslen Türk olup, babası, Vesîc ordusunda kumandandı. Batı felsefe âleminde Alfârabius adı ile bilinir. İlk tahsilini Fârâb’da gördü. Babasının tavsiyesi ile Bağdat’a ilim öğrenmeye gitti. Köse sakallı, kısa boylu olarak tasvir edilen Fârâbî, aynı zamanda bir mûsikî üstadıydı. Kânun adındaki çalgı âletini o buldu. Ayrıca rübap denilen çalgıyı da geliştirip bugünkü şekle soktu. Birçok bestesi vardır. Aynı zamanda hekimdi, fakat pratiği yoktu. Matematikle de uğraştı. Üstün bir zekâ ve kâbiliyete sâhib olduğu bilinen Fârâbî, maalesef tam bir felsefeciydi. 950 (H.339) senesinde seksen yaşlarındayken Şam’da öldü. Şam’da, Bâbüssagîr Mezarlığına gömüldü. Fârâbî, ilimleri sınıflandırdı. Fizik, matematik ve metafizik ilimler diye üçe ayırdı. Onun bu metodu, Avrupalı bilginler tarafından kabul edildi.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.