Uyarlama senaryolar, uyarlama hayatlar…

A -
A +
Geçenlerde izlediğim bir televizyon dizisinde yapımcı rolündeki şahıs şöyle bir söz sarf ediyordu: “Kanal uyarlama senaryo istiyor.” Bu durum, doğal olarak yapımcının da işine geliyor. Çünkü ABD veya Güney Kore’de iyi reyting almış bir filmin senaryosunu Türkçeye çeviriyorsunuz. Türk oyuncularla ülke gerçeğine uymayan bir dizi yapıyorsunuz. Dizi, tutarsa ne âlâ… Tutmazsa salla gitsin… Çok da emek harcamadınız zaten… 
İşin enteresan tarafı, bu repliğin geçtiği dizi de bir uyarlama senaryo… Olayın daha ilginç yanı, başroldeki menajer, yapımcıyı yerli bir senarist ile çalışması gerektiği konusunda, kanalı ikna etmesi gerektiğini savunuyor. Yapımcı da kanalı, bir şekilde ikna etmeyi başarıyor.
Benim, aslında uyarlama senaryolar ile yerli senaryolar arasındaki farkları veya ne bileyim? Kanal ve yapımcıların bu konudaki tercihlerini sorgulamak gibi bir derdim yok, yanlış anlaşılmasın… Ben, önemli olanın, bu durumu seyircinin bilmesi gerektiğinin altını çizmek istiyorum. Şöyle ki; çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede, yılbaşı gecesi bir anne, delikanlılık çağındaki oğluyla beraber çam ağacının altında hediyelerini almak için bekliyorsa, siz eğer filmde böyle bir sahne görüyorsanız, bu senaryonun bir Türk’e ait olmayacağının bilinmesi gerektiğini düşünüyorum.
Eskiden filmlerin başında “… adlı romandan uyarlanmıştır” ibaresi görülürdü. Şimdi daha çok “… adlı diziden uyarlanmıştır” ibaresini görmeye başladık. İnsan, bir senaryonun, romandan uyarlama yapılmasını çok yadırgamıyor ama diziden diziye uyarlama işin aslı bana çok abes geliyor. “Aslı, dururken kopyasını kim, ne yapsın” diye düşünüyor insan, ister istemez…  
Yüz elli, iki yüz yıldır üstümüze giydirilmeye çalışılan uyarlama, hayat tarzının, her geçen gün üstümüze dar geldiğini hissettiğimiz bugünlerde, artık bir an önce özümüze dönmemiz gerektiğini hâlâ anlamıyor muyuz? Avrupa, Orta Çağ zihniyetinden reform ve Rönesans hareketleri ile özüne dönerek kurtuldu. Biz, bize biçilen uyarlama hayat tarzından vazgeçmediğimiz sürece güçlü bir devlet olamayız. Güçlü bir devlet olamazsak bu coğrafya da ayakta kalamayız.
         İhsan Ağır
 
 
ŞİİR
 
      Altı çizili kıta
 
Yanlış devrin insanlarıyız.
Esir şehrin çocuklarıyız.
Bak şu karanlık gökyüzünün,
Yıldızıyız ayıyız şimdi.
 
Bir çalgının her telinde,
Kopup giden notalarız.
Şu alev alev ateşin
Külüyüz dumanıyız şimdi.
 
İyiyle kötünün arasıyız,
Bu gurbetin sılasıyız,
Şimdi de bu şiirin,
Altı çizili kıtasıyız.
 
       Rabia  Özen
 
       
 
 
             Çaresiz
 
Pencereme vuran kırbaç misali damlalar,
Sanki ruhumun derinliklerini,
Ve de bedenimin sancılarını anlatır gibi
Acımasız ve insafsız…
 
Ne oldu bana böyle?
Kelebek misali çaresiz ve takatsiz…
Sanki bir dönmeze gider gibi…
Duygulu ağlamaklı ve sessiz…
 
                Sadık Akkaya-Maltepe/İstanbul
 
 
 
KISA KISA… KISA KISA…
 
NE İÇİN?
 
Ne için pişman oluruz? Ne için üzülürüz? Veya ne için mutlu oluruz? Daha da önemlisi ne için yaşarız? Yaptığımız her eyleme, hissettiğimiz her duyguya, yaşadığımız her olaya ne için sorusunu sorabiliriz, peki cevap? Cevap ise biraz zordur, mesela insan ne için mutlu olur? Kişiden kişiye değişir, ufak bir hediye mutlu edebilir veya güzel bir haber, bazen havanın güzel olması da mutlu eder. Peki neden mutsuz olur bir insan? Kötü bir haber alabilir, belki de o gün beklediği bir haber olumsuz gelebilir. Her şeye rağmen mutlu olmayan insanlar vardır. Bir de, güzel haberler alırlar, hediyeler, hava hep güneşlidir ama o insanlar asla mutlu olmazlar, mutlu gibi davranırlar, hatta çok iyi rol yaparlar ama hayır, mutlu değillerdir. İşte o insanlar mutlu olmak istemezler, onlar mutsuzluktan zevk alır, bunu onlar seçer, çünkü mutlu olmaktan korkarlar, ya bir daha kaybedersem diye...
Enes Babayiğit
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.