Kar ve hüzün...

A -
A +
Kar yağışının, hele bir de hatırı sayılı bir yağış ile her yeri bembeyaz bir yorgan gibi örtmüş ise bizatihi mutluluk ile alakası vardır.
Aynı zamanda -özel bir isimmiş gibi yazmak istiyorum- kar ölüm ile de hiç de yadsınamayacak bir bağ kurar. Çoğu kez griye çalan bir eski çuvaldan pamuk silkelercesine aheste bir eda ile semadan dökülen kar, insanın kırılganlığını, hayata ve duygulara dair hafifliğini, çaresizce bir kabullenişi gösterirken; ölüme dair gafletimizi bize bu güzel suretiyle sert bir biçimde ihtar eder.
Yaradılıştan geldiyse eğer biraz da kalbin inceliği; çocukluğunun gizli odalarında sakladığı, kimse ile paylaş(a)madığı anılarını her kar yağışında yine o zamanda yaşanırcasına gün yüzüne çıkarır insanın.
“Bir çocuk varmış bir zamanlar. Tütmesin diye yatmadan önce altı kapatılmış için için hafifçe yanan sobanın kenarında yorgan altında yatarken babasının gecenin bir vakti odanın kapısını açıp, şimdi adına 'retro' dedikleri desenli ve kalın perdeyi aralayıp karanlığın içinde ateş böceği gibi yanan biraz da solmuş sokak lambasına kar yağıyor muymuş diye bakmasını izlermiş. Göz göze gelişlerini ve bazen sıcak yatağından vazgeçip babası ile babasının şefkatli yanında aydınlanan gecede beyaz pamukları kovalayışlarını hiç unutmamış...”
Adının ne olduğu pek de önemli olmayan yeni kuşakların bilmediği bu retro(!) duygular hâlâ babasının çocuğu olanların burnunun direklerini sızlatır. Bu minvalde artık kar yağışının bizatihi mutluluk ile alakası kalmamış, hüzün kar yağışı ile tecessüm etmiştir.
İnsan seslenmeli: Allah aşkına, yaratılan zaman aşkına… Hoş sedaları da ileten rüzgâr aşkına seslenebilmeli insan babasına ya da sevdiğine şair Ahmet Muhip Dıranas’ın "Kar" şiirinden bir mısra ile:
“Sesin nerede kaldı? Kar içindesin!”
Zaman geçiyor: “Günler gelip geçmekteler/Kuşlar gibi uçmaktalar…” Böyle buyuruyor Mahmut Hüdai Efendi. Yani Aziz Mahmut Hüdai hazretleri…
Sahi… Vakit geçip gidiyor, neredesin...
          Ahmed Onur/İstanbul
 
 
 
ŞİİR
 
      ACZİYET
 
Kuytu gecelerde bir ses,
Düşürüyor beni telaşa.
Ense kökümde, nefes,
Korkulu bir temaşa…
 
Hava soğuk mu soğuk…
Parmak uçlarım donmuş.
Her nefesim buğulu,
Bu yol çıkmaz bir yolmuş…
 
Benzim donuk ve soluk,
Nefesimde daralma,
Ter akıyor; boncuk boncuk,
Kalbimdeyse kararma.
 
Ben kaçtıkça kovalıyor,
Gölgelerin nicesi,
Gözlerim bakamıyor,
Şeb-i Arus gecesi.
 
Nereden girdim bu yola?
Çıkışlar hep kapalı.
Nasıl bir vasıl olmak?
Azaplı mı azaplı…
 
Zehir; tatlı gözüktü
Orda sandım hayrımı,
Hatalı ve çürüktü,
Baştaki yol ayrımı.
 
Nedametim, artıyor
Kurtulmalı bu yoldan
Merhamet, kucaklıyor
Ümidimi bir yandan.
 
Rahmetinde sonsuzluk
Çıkarıyor bu harpten
Kayboluyor umutsuzluk
Tövbelerim yürekten.
 
Gidecek kapım belli
Her nefesim acziyet
Sende buldum teselli
Ancak sende merhamet
Bu kulunu kabul et...
 
         Mikail Köseoğlu
 
 
 
UNUTULMAZ İSİMLER
 
TAHSİN YAZICI: General Tahsin Yazıcı 2002 yılında bugün vefat etmiştir. 1922 yılında Bingöl’ün Kiğı ilçesinin Hoğas köyünde doğdu. Osmanlılar döneminde ilçeye mutasarrıf olarak tayin edilen ve Temrar, Hupus, Hoğas köylerine yerleşen Yazıcızadeler ailesinden Mehmet Yazıcı’nın oğludur...
Türkiye, Kore Savaşına 17 Ekim 1950 târihinde General Tahsin Yazıcı komutasında 5090 kişilik bir tugay gönderdi. Katıldığı savaşlarda muhtelif vazifeler alan Türk tugayı, büyük başarılar kazanarak, dünyanın takdirini topladı. Türk tugayı, Kore’de 900’den fazla şehit vermiş, 2000 kişi de yaralanmıştı. Şehitlerin defnedildiği önemli bir şehitlik Güney Kore’de bulunmaktadır...
Değiştirme birliği hâlinde Kore’ye gönderilen subay, astsubay ve erlerimizin genel toplamı, 50.000 kişi civarındadır. Askerlerimizin orada tanıttıkları İslâmiyet, her geçen gün ilerlemiş, bugün Güney Kore’de pek çok insan Müslüman olmuştur...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.