Sevgi sofrasında, uzun saplı kaşıklar

A -
A +
Gerçek sevgiyle sevginin edebiyatını yapanlar arasında bir ayırım olabilir miydi?
Dervişler birbirine karşı gönülden bağlıydılar. Ama hocaları bu konuda öğrencilerine gönülden bağlı olmayı unutulmaz bir örnekle anlatmak istemişti. Onları bir akşam yemeğine davet etti…
Öğrenciler gönülden bağlı olmanın yemek ile nasıl ölçüleceğini merak etmişlerdi. Gün geldiğinde öğrenciler hocanın hanesine geldiler. Herkes sonucu merak ediyordu. Öğrenciler yuvarlak yer sofralarındaki yerlerini aldılar. Menüde hiçbir değişiklik yoktu. Her zamanki gibi derviş çorbasıydı. Yalnız bu kez kaşıklarda bir anormallik vardı! Hepsinin sapları neredeyse kol kadar uzundu. Her öğrenci birbirine baktı. Gülüşenler bile oldu… Nihayet hocaları da gelmişti…
Kendisi de bir sofraya oturdu. Öğrencilerine seslendi:
-Buyurun afiyet olsun…
Herkes eline kaşığı aldı ama kimse birbirine yakın oturulmuş sofrada kaşığı çevirip de ağzına götüremiyordu. Bir iki deneme yaptılar ama her defasında zorlandılar…
Bu davete sebep olan iki öğrenci vardı ve onlar durumu ibretle izliyor bir anlam çıkarmaya çalışıyordu… Bu arada hocanın sesi duyuldu:
-Çorba da pek nefis olmuş değil mi?
Demek ki çorbayı hoca efendi rahatça içiyor… Ama nasıl? Hepsi hocanın çorba içişine baktı. Herkes şaşırmıştı. Çünkü hocaları elindeki uzun saplı kaşık ile çorbayı alıyor ama kendi ağzına götürmeye çalışmıyordu. Tam karşısındaki oturan öğrencisinin ağzına uzatıyordu.
O öğrenci de aynısını yapıp kendi eliyle uzun saplı kaşıktaki çorbayı hocasına sunuyordu.
Herkes bu kaşıklarla çorbanın nasıl içilebileceğini anlamıştı. Herkes birbirine ikram ederse, çorba içmek mümkün olabiliyor ama herkes kendi imkânıyla kendi ağzına çorba götürmeye çalışırsa mümkün olmuyordu.
Bunun üzerine herkes hocasının yaptığı gibi tam karşısındakine çorbayı içirmeye başladı. Herkes birbirine içirdiği için herkes yine çorba içebilmişti. Bu test örneğinden sonra dedi ki hoca: “Eğer bir konuda gerçekten sevgi samimi olursa herkes birbirine ikram edeceği için her sorun çözülür. Çözümlenmeyen sorunlar, herkes kendisini kurtarmak peşinde olduğu içindir.”
         Elif Azra Türkmen
 
 
 
ŞİİR
 
                 Benim…
 
Nefse satıldım bu dünya pazarında,
Gam dağında yurdum haraptır benim.
Derdi dünyada sattım can pazarında,
Sermayemde yüküm günahtır benim.
 
Umut, fıtratımdan yüreğime gizli erişir,
Nefis her gün eritir seher vaktine kim gelir?
Gündüz güneşi, gece yıldızı doğar getirir,
Fani mekânın zamanı, iki nefeste can benim.
 
İki yolcu var, biri ben biri çınar ağacı.
Kırk yıl geride kaldım, çınar giydi tacı.
Mezarı terk etmedi kökleri hep toprakta,
Mavi gökyüzüne sarılmış gözlerim rüyada.
 
Rüzgâr toprağın köküne esmez, ey çınar.
Gençlik esti, yapraklar kâğıt, kalemi sınar.
Benim yolum başlar, kurudu burda pınar,
Dallar kalem, kader kuru dalları kırar.
 
                  Yavuz Selim Bulut
 
 
 
UNUTULMAZ ESERLER
 
CEMİLE: Dünyaca ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un 1958 yılında yayınlanan eseri ünlü Fransız şairlerinden Louis Aragon “en güzel aşk hikâyesi” olarak değerlendirmiştir. Birbirine âşık iki gencin hikâyesini üçüncü bir göz ile anlatan bir romandır. Eser önemli ruh tahlilleri ve hayran bırakan bir üslup ile kaleme alınmıştır. Cemile çok güzel bir kızdır ve durumu iyi bir aileye gelin olarak gitmiştir. Cemile’nin kocası Sadık evlendikten kısa bir süre sonra savaş nedeni ile cepheye gitmek zorunda kalmıştır. Cemile evde Sadık’ın en küçük kardeşi ve kayınvalidesi ile birlikte kalmıştır. Hikâye de Sadık’ın küçük kardeşinin gözünden anlatılmaktadır. Eseri, bugünün şartlarıyla değil dönemin şartlarıyla değerlendirmek daha doğru olacaktır. Eser II. Dünya Savaşı yıllarında geçmektedir ve bu dönemdeki gerçekler temeline dayanmaktadır. Cengiz Aytmatov’un eserleri yüz elliden fazla dile çevrilmiştir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.