Yanlış numara!..

A -
A +
Paramparça kalbime, aranıyor taze kan;Bugünüm hasta iken, ümit var mı yarından?Bin parçaya bölünmüş, hayallerim perişan;Sevgim can çekişiyor, ömrümün baharında.   Duygularım acilde, iğne ile yaşıyor;Gönlümün gözyaşıyla, yosun tutmuş arzular.Hasta, yorgun bedenim, çaresiz dolaşıyor;Oksijen çadırında, bir mazlumun kalbi var...   Evet; seneler önce hem filmi, hem de radyo tiyatrosu yapılmış hikâyenin özeti mısralar bunlar. Doğrusu bu yazıyı niçin gecenin bir ilerleyen saatinde yazmaya çalıştığımı ben de bilmiyorum ama yazan varsa yazdıran da var elbet. En son pazar günü dinlemiştim bu eseri ve o günden bu yazıyı tamamladığım şu güne kadar belki 5, belki 10 defa daha dinledim ve her seferinde gözlerim doldu geldi. Ömrünün baharında, lösemi hastalığına yakalanmış, oldukça zengin bir kızın, ölüm çaresizliğinde telefona sarılması, çıkmadık candan ümit kesilmez misali, karşısına çıkan o ses, ölümün soğuk yüzüne karşı, son nefeste bile Allahü teâlânın merhametini fısıldaması ve son birkaç günde tamamen değişen bir hayat... “Takdir-i İlahi” diyordu o genç bu hadiseye. Şüphesiz öyle. Ölüm bu kadar yakınken, buz gibi hakikatin ardında, anne şefkatinin sıcaklığından kat kat yaratıcının o kuluna bahşettiği engin merhamet... Kimisi ölümü bir hastalık sebebiyle ensesinde hissettiğinde anlıyor bu hakikati. İşte; kim olursan ol; ister zengin, ister fakir; ister genç ister yaşlı, o mutlak gerçek geliyor. Kimi deryada balık gibi bulunduğu nimetin kadrini bilemiyor, kimi ömrünün sonuna kadar farkına varamıyor… 23 yıllık boşa geçen bir hayatın sonunda, aynı kişi, yeniden doğmuş koca bir masum bebek gibi her şeye yeniden başlıyor. Bir de, “ben kurtuldum; başkaları da kurtulsun” diye, ölümünden sonrası için de yatırım yapıyor ve tüm servetini bu yolda harcıyor. Hoş; ölümden sonra kalan servetin ölüye faydası da bu zaten... Eğer bu hadise gerçekse ki gerçek olmama ihtimali yok gibi bir şeydir eminim; kim bilir kaç kişinin hidayetine sebeptir. Birkaç defa dinlediğim, ama nedense bir pazar günü dinlediğimde bana tesir eden bu tiyatro bana bu kırık dökük cümleleri yazdırdı.           Ahmet Suiçmez         ŞİİR                   Aldandım   Gönül meclisinde çalınca sazım, İçimi sızlatan tele aldandım. Elimden ne gelir, böyleymiş yazım, “Seviyorum” diyen dile aldandım.   Her yüze güleni ben gibi sandım, Gurbetin aşına hasreti bandım, Yürek ayrı yandı, ben ayrı yandım, Dumanı tütmeyen küle aldandım.   Meçhule karıştım ömür dağında, Ömrümü soldurdum gençlik çağında, Gonca deremeden hicran bağında, Bülbüle naz eden güle aldandım.   Arı, balı toplar çiçek özünden, Yiğidin iyisi dönmez sözünden, Akan yaş değilmiş meğer gözünden, Ağlayıp kandıran kula aldandım.   Mustafa Sinan sen çekil aradan, Neyi nasip eder bilmem Yaradan, Bir Leyla uğruna, göçüp buradan, Mecnun’a eş olup çöle aldandım.                  Mustafa Sinan Ay       ESKİMEZ ESERLER   ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE:  İçkale’de yer alan ve Hatuniye Medresesi adıyla da bilinen Çifte Minareli Medrese, 35×48 m. boyutları ile Anadolu’nun en büyük Selçuklu medresesidir. Erzurum’dadır. Kitabesi olmadığı için tarihi bilinmemekle birlikte 12. Yüzyılın ortalarında yapıldığı tahmin edilmektedir. Şerefeden yukarısı yıkılmış olan her iki minarenin de kaideden en üst noktaya kadar yüksekliği 26 metredir. Tuğla minareler asabalı olup asabaların aralarındaki yivler üçgen çinilerle hareketlendirilmiş, pabuçlara da kare çerçeveye alınmış son derece süslü daireler içinde mavi çinilerle “Allah”, “Muhammed” kelimeleri ve dört halifenin isimleri yazılmıştır. Medrese genelde oldukça süslü, fakat süsleme çalışmaları yer yer yarım kalmış hâldedir. Avludaki pencerelerin kenarlarına da kabartma olarak Bakara sûresinin 256 ve Âl-i İmrân sûresinin 18 ve 19. âyetleri yazılmıştır. [https://islamansiklopedisi.org.tr/cifte-minareli-medrese-erzurum]
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.