Tam bitti derken!

A -
A +

Korkum şu ki; Çin’de yine bir dümen dönüyor.

Covid-19’un nasıl yayıldığını hatırlayın.

Yollarda bayılanlar, kaldırımlarda cesetler, sokak köpeği gibi boynundan bağlanıp karantinaya yollanan insanlar…

Dehşetin o zamanki adı; Vuhan’dı…

Sonra dünyaya yayıldı.

Şimdiki adı ise Şangay.

***

Her ne kadar sebebini tam anlamıyla öğrenemesek de, Vuhan’daki sert tedbirlerin bir benzerini yaşıyor Şangay.

26 milyon insan yaklaşık bir aydır evlerine kapalı.

Gıda stoku biten halk, balkonlardan isyan çığlığı atıyor.

Peki ama niye?

Resmî açıklamalara bakılırsa Omicron’un alt varyantı BA.2 yayılıyormuş, mevcut aşılar tesir etmediği için ona tedbir alıyorlarmış.

Oysa dünyanın geri kalanında aynı varyant görülmesine karşın, böylesine sıkı bir tedbir ve panik durumu yok!

Kimilerinin de iddiası o ki; bu, dünyanın ‘savaş hâlinden’ kaynaklı bir durum.

Şehri kapatıp başka türlü hazırlıkların yapıldığı vehmini öne sürüyorlar.

Bir diğer varsayım, Çin’in dünya ekonomisini sıkıştırma çabası.

Nitekim, Çin’in en kalabalık nüfusa sahip şehri olan Şangay, limanlarıyla ülkenin nakliye, ticaret ve ekonomisinin de merkezi.

Dünya ticareti için çok önemli bir yere sahip olan Şangay kapanınca, elbette bütün piyasalar etkilendi.

Bunun analizini ekonomistler yapsın, biz mevzumuza dönelim.

***

Bütün dünya maskeleri bile atma noktasına gelmiş ve normal hayatın tekrar tadına varırken…

Şangay’da gökdelenlerdeki ofislerin bile hastaneye dönüştürüldüğü görüntüler çok anormal.

Bir zamanlar Vuhan’daki gibi.

Sonra dünya Vuhan’a dönüştü, o esnada Vuhan’dan toplu konser, eğlence görüntüleri gelmeye başladı.

İkinci perdeyi Şangay’da izliyoruz sanki.

Covid-19’un laboratuvar virüsü olduğundan artık şüphe yok.

Tek muamma nasıl yayıldığı –ki, burada da ABD ile Çin arasında büyük çekişme, bir nevi bilek güreşi var epeydir.

ABD Çin’i, Çin ABD’yi suçluyor.

Ve şimdi Şangay’da olanlar, ister istemez hepimizi ürpertiyor.

Acaba yeni bir virüsle mi karşılaşacağız?

Vurulduğumuz aşıların da hiçbirinin işe yaramadığı.

Allah korusun ama sanki öyle bir sürece gidiyoruz.

Geçenlerde şöyle bir makale okudum…

The Washington Post’un, 1918 İspanyol gribi salgınını konu alan haberlerinden derlenmiş.

Özellikle şu bölüm dikkatimi çekti;

“1920 yılı New York halkı için güzel başlamıştı. Dünya genelinde en az 50 milyon kişinin ölümüne yol açan ölümcül grip pandemisi nihayet sona eriyor gibiydi.

New York Times’ın 4 Ocak 1920 tarihli manşeti de bu durumu yansıtıyordu; Şehir Son 53 Yılın En Başarılı Sağlık Karnesini Aldı.

Ülke genelinde de benzer bir hava hâkimdi. Tünelin ucundaki ışık görünmeye başlamıştı.

Ancak birkaç hafta sonra tablo tersine döndü. İyimser manşetler değişmeye başladı. Daha ay bitmeden New York’ta vaka sayılarında yeni zirve yaşandı.

Chicago, Detroit gibi şehirleri de büyük can kayıpları bekliyordu.”

***

İşte 102 yıl öncesinden bugüne, hep de nedense dünya savaşları dönemlerinde insanlığın ödediği bir başka fatura bu virüsler.

Birinci Dünya Savaşı’nda tarafsız olduğu için salgını ilk İspanyol gazeteleri duyurdu, bundan dolayı da adı “İspanyol gribi” kaldı.

Yüzyıldır değişmeyen alışkanlıkla ‘savaşan ülkelerde’ sansür baskısı devam ettiği için bugün de Şangay’da neler olduğunu bilemiyoruz.

Gerçekten yeni varyanta tedbir mi, yoksa yeni bir virüs mü yahut bunların dışında bir başka hazırlık mı, net bilgiye ulaşmak mümkün değil.

Duyduğumuz sadece insanlığın çığlığı ve gökdelenleri bile dolduran hastalar.

Sen bizleri koru Allah’ım.

 

*************

 

FETÖ’cülerin dönüş umudu

 

Çok yazdım, yine tekrarlayayım;

Türkiye kadar ülkeye ihanetin bu denli doğal karşılandığı, hatta kabul gördüğü, hatta halkın oyuyla ödüllendirildiği bir başka ülke var mıdır, ben bilmiyorum.

İşte bu ihaneti sindirebilme meselesi yüzünden 40 yıldır dağlarımızda silahlı terörist bitmedi; üstelik kundaktaki bebelere varana kadar katlettikleri hâlde.

Çünkü birileri siyasette, medyada, her yerde onları destekledi.

İş birlikçilerdi ama sonuçta içimizden birileriydi.

FETÖ meselesi de öyle.

***

Ülkemizdeki bu mide genişliği olmasa, hangi toplum devletini gizlice ele geçirmeye çalışan bir örgüte arka çıkar, söyleyin bana!

Siyasi partisi yok, seçime girmiyor, sandığa gitmiyor, kirli oyunlarla devletin kurumlarını kontrolüne alıyor, ama demokrasi, özgürlük naraları atmaktan da geri kalmıyor!

FETÖ, PKK gibi bir tehdit hangi doğru düzgün ülkede baş gösterecek olsa, değil siyasetin, medyanın sahip çıkması, aklından bile geçiremez…

Ama bizde durum rezalet!

Milletten yüzde 25’e varan oy alabilen partiler bu örgütleri sahipleniyor ve maalesef yine de oy almaya devam ediyor!

Medyada birileri bu örgütlere açıkça manşetlerinden kol kanat geriyor, lakin onlara da hiçbir şey olmuyor!

Bu durumda ortaya iki seçenek çıkıyor; ya hainlerle iş birliği yapacaksın, onlar seni koruyacak (!)

Yahut devletine-milletine sahip çıkacaksın, sonrası ne olur, buna takılmayacaksın.

Nasıl ama!..

***

Geçenlerde aldığım bir telefon işte bu satırları tekrar yazmama sebep oldu.

Arayan, eski bir çalışma arkadaşımdı.

Oğuzhan Müezzino.

Ne anlattığına gelince…

2015’te FETÖ firarisi Akın İpek’e ait Kanaltürk ve Bugün gazetesinin de aralarında bulunduğu yayın grubuna atanan kayyum ekibi, ilk günler epey bocalamıştı malum.

7 Haziran ile 1 Kasım seçimleri arasındaki o kritik süreçteydik ve bir yandan PKK çukur hendek olaylarıyla azmıştı, öbür taraftan FETÖ.

Devlet, FETÖ’nün kalelerinden biri olan bu gruba kayyum atamıştı atamasına ama örgüt “Muhalefet susturuluyor” iddiasıyla kayyuma adım attırmıyor, bir yandan örgüte “mağduriyet” atfederken, öbür taraftan faaliyetlerine eski tas eski hamam devam ediyordu.

Maalesef ki, CHP de ortada onca muhalif yayın organı varken ve hiçbirine dokunulmazken, bu örgütün yayın grubuna dokunulmasını ‘muhaliflikle’ perdeliyor ve cansiparane savunmaya çalışıyordu.

Yıllarca AK Parti’ye “F tipi” diye yüklenen CHP’nin gerçek yüzüydü ortaya çıkan.

Neyse…

Örgüt yayınlarını kontrol altına alsın diye kayyum atanmış, aradan günler geçmesine karşın değişen bir şey olmamıştı.

Bir gece yarısı telefonum çaldı.

Arayan yöneticimdi.

Bu gruba, kayyuma yardımcı olması için gazeteci ihtiyacı olduğunu, bizden de sağlam eleman bulma konusunda destek istendiğini söyledi.

Aklıma ilk; o dönem işsiz olan Oğuzhan geldi.

Arayıp, mevzuyu anlattım.

“Tamam” deyince, sabah gelmesini söyledim.

***

Konuştuğumuz saatte geldi.

O dönem başka gazetedeyim.

Önce beni arayan yöneticimizle ardından gazeteci-televizyoncu dostum Ersoy Dede ile görüştürdüm. Çünkü Ersoy kendisi de yazdı, o dönem danışma kurulundaymış, sonradan öğrendim.

Muhataplarına o gün şunu söyledim; Sadece siyaset sayfalarını yapar. Benim referansım buraya kadar.

Aynısını Oğuzhan’a da tembihledim, kaldıramayacağı işlerin altına girmemesini öğütledim.

Çünkü benim iş arkadaşlığımda yeteneğine, bilgisine, kabiliyetine şahitliğim bu kadardı.

Ülkücü bir geçmişe sahip olduğu için yüreğinden de şüphem yoktu.

Ötesinde neyi ne kadar yapabilir, yetkiyi nasıl taşıyabilir bilmediğim için burayla sınırlamaya çalıştım ama birkaç saat sonra aldığım telefon boşa konuştuğumun ispatıydı.

Biz zannediyorduk ki aynı gün birçok gazeteci orada işe başlayacak.

Meğer Oğuzhan’dan başka giden olmamıştı o gün binaya.

O da delikanlıca bütün yükü sırtlamış, FETÖ’cülerin bütün saldırılarına rağmen her şeyi göze almış, sadece gazetenin bir iki sayfası için haber desteği istiyordu.

Devleti için bu kadar kritik görev üstlenen birine yardım etmek de bizim boynumuzun borcuydu.

Ummadığın taş baş yarar derler ya!

O Oğuzhan ki, birkaç gün içinde FETÖ’cüleri kurumdan çil yavrusu gibi dağıttı, devletin atadığı kayyumu rahatlattı.

Sosyal medyadan aldığı tehditler, küfürler ise akıllara ziyandı.

Sonra bazı endişelerimde haklı çıktım; o yetkiyi kaldıramadığına yönelik iddialar dolaştı.

Neyse hepsi geldi geçti, sonra o grup da kapatıldı biliyorsunuz.

***

Bu kadar teferruatı anlattıktan sonra sözü şuraya getireceğim;

Oğuzhan’ın işten attığı, o dönem medyanın başında sayılan FETÖ’cü alçaklar, 2023 seçimleri öncesi öyle umutlanmış, öyle umutlanmış ki…

Kaçtıkları ülkelerden “Seni de unutmadık” diye tehdit Tweet’leri atıyorlarmış.

Bakın, yukarıya olayın bütün serencamını da, Oğuzhan’ın eğrisini-doğrusunu da yazdım.

Her şey diyebilirsiniz ama Oğuzhan’a “hain” diyemezsiniz, hatta Ersoy Dede yüzde yüz haklı, olsa olsa “kahraman” diyebilirsiniz.

O dönem öyle bir dönemdi ve Oğuzhan gerçekten kahramanlık yaptı çünkü.

Sonra kimse sahip çıkmadı, ortada bırakıldı.

Çünkü, Oğuzhan’ın cesaretini birileri çoktan perdelemeye girişmiş, yalaka tipi tipler en tepeye ‘grubu kontrol altına almayı’ kendileri başarmış gibi satmayı becermişti.

Sıkıntılı zamanlarda ortada görünmeyen bu yalaka takımının, her yer süt liman olduktan sonra yaptıkları ayak oyunları, çirkinlikler, FETÖ’nün yaptıklarından fersah fersah daha iç acıtıydı.

Ne yazık ki, bunlar da gözlerimizin önünde yaşandı.

Şimdi FETÖ’cüler o sahte kahramanları değil, Oğuzhan’ı tehdit ediyormuş.

Yazının girişini işte bu yüzden uzun tuttum ya!

Hain olmak bir tek bizim ülkemizde bu denli serbest.

“Bir gün mutlaka geri döneceğiz, örgütümüze yaptığınızın hesabını soracağız” diyebilme yüzsüzlüğü sadece bizim ülkemizdeki ihanet örgütlerine ait bir konfor!

Devlet o arkadaşı koruyacak mı, millet FETÖ’cülere yedirecek mi, göreceğiz.

 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.