Yüzyıl önce, yüzyıl sonra…

A -
A +

Gezi darbe girişimi öyle bir kırılma noktasıydı ki…

Ve bu darbe girişiminin baş aktörü olmaktan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Osman Kavala kararı öyle şeyleri gün yüzüne çıkardı ki…

Altılı masanın aktörleri, tam da haftalardır burada anlatmaya çalıştığımız gibi “İstibdat, istibdat” diye bağırmaya başladı.

Buraya dalmadan, 4 Temmuz 2019’da yazdığım bir makaleyi hatırlatayım.

Şu satırları dile getirmiştik o yazıda;

Büyük bir kahramanlıkla püskürttüğümüz 15 Temmuz 2016’daki İŞGAL GİRİŞİMİNİ iki yılda unuttuk, böylesine büyük bir ihanete imza atan FETÖ’yü ve sahiplerini sandıkta umutlandırdık.

İlginçtir, benzer bir tabloyu 1915-1916’daki Çanakkale Zaferi’nden sonra da yaşamıştık.

15 Temmuz’da verdiğimiz 251 şehit gibi, Çanakkale’de de 254 bin şehit vermiştik.

Şimdi dikkat!

İki yıl sonra n’oldu biliyor musunuz?

Savaşta kazandığımızı masada kaybettik…

İngiliz, Fransız ve İtalyan zırhlıları boğazları hiçbir direnişle karşılaşmadan geçti, İstanbul’u işgal etti.

Ne zaman sona erdi bu işgal?

CHP’nin ikinci lideri İsmet İnönü’nün Lozan Antlaşması’nı imzaladığı 1923’te…

Hani şu ‘Özgürlük belgesi’, ‘Türkiye’nin kuruluş senedi’ diye yutturulan anlaşma…

Aslında bugün yaşadığımız problemlerin de temeli…

Fakat Lozan’ı doğru anlatabildik mi ki, bugün olanları anlatabilelim!

***

Bakın, aradan neredeyse asır geçmiş, hâlâ “Hani Çanakkale geçilmezdi. Nasıl oldu da iki yıl sonra geçilip İstanbul işgal edildi?” sorusunun cevabını Millî Eğitim’in ders kitaplarında anlatmazlar.

Hatta konuşturmazlar bile…

Birkaç sene evvel, “Sultan Vahidettin’i bugün bile doğru düzgün anlatamıyoruz. Tarihçilerimiz korkmasınlar” diyen bir eski Türk Tarih Kurumu Başkanı vardı, o günden sonra o adamcağızın da hiçbir açıklamasını duymaz olduk.

Zehirlenerek ölümü bir türlü aydınlatılamayan merhum 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal da bir konuşmasında tarih kitaplarındaki yalanlardan şöyle dert yanmıştı;

“1930’lu yıllar.

Ben ilkokuldayım.

Bize okulda bambaşka şeyler öğretiyorlar.

Rahmetli dedeme de tarih dersi kitabını okuyorum, Sultan Abdülhamid’e ‘kızıl sultan’ deniliyor.

Dedem de sessizce dinliyor.

Sonra döndü, “Bunların hepsi yalan” dedi.

Aradan seneler geçti, yurt dışına gittim.

Orada da bu konularda bazı araştırmalar yaptım, yabancı kitapları okudum.

Baktım ki dedem haklı.

Şu tarihi anlatmanın tersliğine bakın.

Bu zata ‘kızıl sultan’ dediler…

Devrine bakarsan, hiçbir toprak parçası vermemiş, büyük hizmetler yapmış.

Ondan sonra İttihat Terakki gelmiş, ‘Birlik ve gelişme’ sloganlarıyla.

1909-1918’de (9 yıl) koskoca imparatorluk bozuk para gibi harcanmış.

Doğru mu, değil mi?

Şimdi birisi ‘kızıl sultan’, öbürleri hürriyet kahramanı!”

***

Şimdi bugüne gelelim…

İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, CHP’nin kurduğu Halk TV’ye konuşmuş.

Uzaktan akrabası Kavala’yı, 1908’de Osmanlı padişahı Abdülhamid Han’a karşı isyan eden İttihat ve Terakki’nin “Kahrolsun istibdat” sloganıyla savunan Akşener, Abdülhamid Han’a nefretini dile getirmekle kalmamış, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, bugünün Abdülhamid Han’ı olduğunu söylemiş.

Şu doğru; Erdoğan’ın yaşadıkları, Abdülhamid Han’a yapılanlarla benzeşiyor. Hem içeriden çokça ihanete, hem dışarıdan bolca saldırıya uğruyor.

Sanki tarih bire bir tekrar ediyor.

Özal’ın tarif ettiği ‘ittihatçılar’ da aynı vazifeyi tekrarladıklarını açıkça gösteriyor.

Atladığı tek şey; Erdoğan’ın padişah değil, halkın yüzde 52’sinin oyu ile seçilmiş bir lider olduğu.

Demek ki, ittihatçılar için bu da fark etmiyor.

***

19 Mayıs’ta bir de reklam filmi yayınlamış Meral Hanım.

“Jurnalciliğe, zulme ve istibdada mahkûm edilen hürriyetini, bir kişinin insafına terk edilen meclisini hatırla.

Kadermiş gibi belirtilen haksızlığı, susturulan, bastırılan ve yok sayılan kadınları hatırla.

Harbiyene, tıbbiyene, mülkiyene vurulan kelepçeleri, umutsuzluğa terk edilen medeniyetini hatırla.

Vatanın her köşesi işgal edilirken mandayı savunan teslimiyetçileri, sarayına kapanan acizleri, düşman zırhlılarına sığınan hainleri hatırla.

“Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” diyenleri hatırla” diyor o filmde.

Tam da Özal’ın “yalan” dediği tarih kitaplarını tekrarlıyor aslında.

Bundan ötesi tarihçilerin işi elbette.

Ülkeyi uçurumdan aşağı kim atmış, milleti açlığa-zulme kim mahkûm etmiş, ülkeyi kim işgal ettirmiş, kasasını kimler boşaltmış, darağaçları kurarak hakikati susturmaya kim çalışmış, harbiye-mülkiye-tıbbiye kimlere teslim edilmiş, bugün olduğu gibi o dönem de “manda teslimiyetçileri” kimlermiş, eğitim sistemiyle toplumu kim mankurtlaştırmış, Sultan Vahidettin düşman zırhlısına sığınan bir hain miymiş yoksa işgalciler alıp hapse mi götürmüş, onlar anlatsın bize.

Hele “kadınlara özgürlük” diye kadınlara başlarını açmaları için yapılan baskıya hiç girmeyeyim, zaten bildiğiniz mevzu.

Biz bugüne, yakın zamanda olanlara bakalım…

***

Gezi’yi, 15 Temmuz’u organize eden, oylarımızla işbaşına getirdiğimiz meşru hükûmeti darbeyle devirmeye teşebbüs edenleri cezalandırmak nasıl zulüm olabiliyor?

Yargılamalarda adaletsizlikler varsa bunlar konuşulur, tartışılır elbette ama hepsini “zulüm” diye aynı torbaya koymak ne demek oluyor?

Ayrıca kendisi, hatırladığımız kadarıyla Ukrayna savaşı başlar başlamaz “Hemen NATO’nun yanında yer alalım, Rusya’ya karşı cephe alalım” diyen kişiydi.

Ha! Bir de Yunanistan’ı çıldırtan, Mavi Vatanı korumak için Meclis’e getirilen Libya tezkeresine “Hayır” oyu meselesi vardı değil mi?

Madem “Hatırla” diyorsunuz, NATO’yu çıldırtan S-400 alımı meselesinde söylediklerinizi de hatırlayalım…

Kim manda teslimiyetçisi oluyor şimdi?

Belli ki yüzyıl önce olanlarla bugünkü arasında pek çok benzerlik var.

Amacınıza ulaşır, Sultan Abdülhamid Han gibi Erdoğan’ı da devirirseniz, bugünleri gelecekte tarih kitaplarında nasıl anlatacaksınız, bu da kurduğunuz cümlelerden belli sanki.

İşte bu yüzden 2023 çok ama çok önemli.

 

Sağlıkla nereden nereye
 
Kardeşimin ameliyatı için yeni açılan Seyrantepe Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesine yolum düşünce sağlıkta dönüşümün nereden nereye geldiğine bir kere daha şahit oldum.
Bir yandan her tarafı çöplüğe dönmüş Samatya gibi rezalet durumdaki SSK hastaneleri modern bir çehreye ve hizmete kavuşturulurken, öbür yandan son teknolojiye sahip devasa şehir hastaneleri hizmete açıldı.
Kendinizi lüks bir AVM’de gibi hissettiğiniz bu hastanelerde cebinizden beş kuruş çıkmadan beş yıldız konforunda hizmet alıyorsunuz. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin bile çaresiz kaldığı pandemi sürecinde bu yapılanların kıymetini yeterince anladık diye ümit ediyorum. Dönüşümün başarılı olmasında siyasi iradenin kararlı duruşu kadar, başta doktorlar olmak üzere, tüm sağlık çalışanlarının özverili çalışmalarının da hakkını teslim etmemiz gerek. Samatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi başhekimliğinden tanıdığım ve çok takdir ettiğim Prof. Dr. Özgür Yiğit hoca, tayin olduğu Hamidiye Etfal’de de başarılı çalışmalara imza atıyor. Ülkemiz boş konuşanların, çelme atmaya çalışanların değil; böyle özverili, gayretli çalışan kişilerin ellerinde eminim çok daha iyi yerlere yükselecek. Marifet iltifata tabidir, bizim de her fırsatta böyle isimleri desteklememiz gerek. Bilvesile, kardeşimin zor ama başarılı ameliyatında ellerinden gelen gayreti ortaya koyan Özgür hocama, basın danışmanı Hüseyin Bayoğlu kardeşime, Başhekim Yardımcısı Opr. Dr. İsmail Ethem Akgün ve ameliyatı başarılı bir şekilde gerçekleştiren Doç. Dr. Özgür Bostancı hocama teşekkürü borç bilirim. Hayatta bazı şeylerin karşılığı parayla ödenmez -ki bunların başında da sağlık geliyor. Başta doktorlar ve hemşireler olmak üzere, her gün binlerce hayata iyilikle dokunan tüm sağlıkçılarımıza şükran ve minnetle… Dualarımız her daim sizinle.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.