Seni öldürecekler Santiago Nasar!..

A -
A +
Afganistan’da bu cuma gerçekleştirilen bombalı saldırı sonrasında 100’den fazla Afganistan vatandaşı hayatını kaybetti.

DEAŞ’ın üstlendiği bu saldırı, bizi hiç ama hiç şaşırtmadı. Şaşırtmadı, çünkü ‘bu bölgede oluşturulacak kaos ile bölge kaynayan kazana döndürülecek’ diye, aylardır yazıyor ve dillendiriyoruz.

Aslında bizzat ABD Başkanı Trump bunu dile getirerek, ‘DEAŞ’ın Orta Doğu dâhil birçok bölgede mekânsal düzenlemenin aparatı olarak Obama yönetimince kurdurulduğunu’ bizzat söylemişti.

Elbette bunun bedelini Trump’a ödettiler. Geldiğimiz noktada YPG’li teröristlerin mavi tıklı sosyal medya hesapları varken, eski ABD Başkanı’nın sosyal medya hesabı almasına dahi müsaade edilmiyor.

Yani, onların istediği formatta ve onların istediği miktarda düşünüp konuşabilirsin.

Peki, olan biten bu kadar net ve sarih iken, hâlâ ‘güvenlikçi siyaset’ diyen kol faaliyetleri de nereden çıkıyor?

Öyledir maalesef bu işler.

Aklıma bu türden olaylarda hep Gabriel Garcia Marquez’in ünlü eseri ‘Kırmızı Pazartesi’ gelir

Yani, her şeyi bilirsin, bir adım sonra neyin olacağı artık o kadar aşikârdır, lakin yine de olan biteni görmene rağmen hiçbir şey yapamazsın.

Mezkûr eserin ilk cümlesinden itibaren okuyucu da bilir ki, romanın başkahramanı Santiago Nasar öldürülecektir.

Kitap şu şekilde başlar: “Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 05.30’da kalkmıştı...”

Nasıl?

Yani Santiago Nasar kitap bitmeden ölecek, böyle bir kitabı bunu bile bile okursunuz ve kitap şöyle biter:

‘Beni öldürdüler, Wene Hala… Son basamakta tökezlemiş, ama kendini hemen toparlamıştı. Hatta bağırsaklarına bulaşan toprağı eliyle silkelemek titizliğini bile göstermişti...’

Eseri okurken birden kitabın içine girerek, Santiago Nasar’ın karşına çıkıp haykırmak gelir içinizden: “Dikkat et Santiago Nasar! Seni öldürecekler!”

Bu coğrafyada yaşadıklarımız da Kırmızı Pazartesi kitabında yaşananlar gibi. Coğrafyayı tarumar ediyorlar, herkesi birbirine boğazlatıyorlar, her şey gözümüzün önünde oluyor ve çaresizce olanı biteni izlememizi istiyorlar.

Afganistan’da olanları sadece iki aydan bu yana değil, aylardır konuşuyoruz ve yazıyoruz, çünkü olan biteninin senaryosu artık herkese aşikâr.

Sadece Afganistan mı?

Büyük bir hınç ve kin ile Türkiye’nin üzerine çullanmak için fırsat kolluyorlar. Sadece son 6 yıl içinde binin üzerinde şehit verdik, şehirlerimizi kana ve gözyaşına boğdular, hâlâ sınırlarımızın hemen dibinde on binlerce terörist eğitilip donatılıyor, millet kendi uçakları ile bombalandı ve siz buna tedbir almak istediğinizde, sizi güvenlikçi siyaset üretmek ile itibarsızlaştırmaya ve susturmaya çalışıyorlar.

Hatta tüm bu yaşananlar, bunu yapanların dışarıdan nasıl fonlandığını bildiğimiz hâlde yapılıyor.

Daha dün, ABD Başkanı Joe Biden’ın kongre mensuplarına gönderdiği mektupta ‘Türkiye'nin Suriye'ye yönelik askerî taarruzları, ABD'nin ulusal güvenliği ve dış politikasına karşı alışılmadık ve olağanüstü tehdit oluşturuyor’ diyor.

27 ABD’li senatör, HDP heyetinin kendilerini ziyaretlerinden hemen sonra, Türkiye’nin Azerbaycan’a verdiği destek ile Kafkasya’da nasıl ABD çıkarlarına zarar verdiğini kaleme almışlardı. ABD Dışişleri Bakanı Blinken’a gönderilen bu metinde, Türkiye’ye savunma sanayii ürünlerinin satılmaması sıkı sıkıya tembihleniyordu.

Biden’ın iki gün önce bazı kongre üyelerine gönderdiği metin, aslında bu 27 senatörün duydukları rahatsızlığın, ABD Başkanı tarafından da teyit edildiğine dair bir mesaj niteliğinde.

AUKUS kapsamında elindeki ballı ihaleyi kaçıran Macron, Yunanistan ile deyim yerindeyse bir müşterek savunma paktı imzalıyor ve vampire sarımsak gösteren bir eda ile bunu tüm dünyaya duyuruyor.

Azerbaycan topraklarının 30 yıllık işgaline tek kelime etmeyen, hatta el altından destek veren İran, Azerbaycan topraklarında DEAŞ arayan söylemlerini dile getiriyor. Yani DEAŞ, sadece ABD tarafından kullanılan bir aparat değil, kimin nerede ve nasıl işine gelirse kullanılmak istenen, her kapıyı açan bir maymuncuk.

Böylesi bir ortamda, 6/8 Ekim olaylarında elinde onlarca vatandaşımızın kanı olan zata ekranlarda güzelleme yaptırılıyor.

Kemal Kılıçdaroğlu da ‘Hiçbir zaman AK Parti ile bir anayasa değişikliği için masaya oturmayacağız. Oturduğunuz andan itibaren otoriter bir yönetime meşruiyet kazandırmış oluyorsunuz’ diyor. Hâlbuki, aynı Kemal Kılıçdaroğlu daha dün içini dolduracak tek kelam etmediği Kürt sorununun çözümünde HDP’nin meşru muhatap olduğunu söyleyerek, kulağına sufle edilen tavşanı şapkasından çıkartıyordu.

Ve tüm bu olaylar gözümüzün önünde cereyan ederken, bizim sosyal medyada, ekranlarda, gazetelerde, kahvede, evde ve sokakta meleklerin cinsiyetini tartışmamızı istiyorlar.

Olanı biteni tüm çıplaklığı ile görmemize rağmen, tedbir almak yerine sürekli olarak bize teslim olmanın en akılcı alternatif olduğunu fısıldıyorlar.

Oysa mücadele etmez ve tedbir almazsak Santiago Nasar gözümüzün önünde ölüme gidiyor!..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.