BİR GECEDE CUMHURİYET!

Sesli Dinle
A -
A +

28 Ekim gecesi, ileri gelen muhaliflerinin şehir dışında olduğu bir zamanda, Gazi, Çankaya’da kendisine sadık yedi kişiyle toplandı. Ertesi günü cumhuriyetin ilan edileceğini haber verdi. İsmet Paşa’ya yazdırdığı kanun teklifi gece Meclis’te düşük bir oyla kabul edildi.

 

328 mebustan, meclise katılmasına müsaade edilen 158’i evet demişti. Diğer milletvekilleri bile cumhuriyeti atılan toplardan öğrendi. Anayasa değişikliğinin üçte iki ekseriyetle yapılabilmesi hükmü, burada da tatbik edilmemişti.

 

Ders kitaplarına bile âdeta bir gecede olup bittiği yazılan cumhuriyetin macerası daha eskidir. Ankara hükûmeti, 23 Nisan 1920’den beri cumhuriyettir. Ama herkes halifeyi devletin reisi zannetmektedir. Giderek otoriterleştiği sebebiyle Mustafa Kemal’e muhalefet giderek artmıştır.

 

29 Ekim’de hem devletin reisinin Halife değil, M. Kemal olduğu deklare edilmiş, hem de ona muhaliflerini sindirebilecek çok geniş salahiyetler tanınmıştır. Aslında cumhuriyetin ilanı, Mustafa Kemal’in (Şevket Süreyya’nın tabiriyle) “tek adam” oluşunun ilanıdır.

Dün dündür

Cumhuriyet fikrinin öteden beri Atatürk’ün kafasında olduğu ileri sürülür. Gençliğinden beri Jön Türklerin arasında yer alan ve pozitivistlerin yazdıklarını okuyan Atatürk’te, cumhuriyetçi bir fikrin yerleşmiş olması tabiidir.

 

Tarih başka türlü cereyan etseydi, M. Kemal’in 1919’daki teşebbüsleri gerçekleşseydi, yani Harbiye Nazırı olsaydı veya Sultan Vahîdeddin kızını kendisine verseydi, bir ara gündeme geldiği üzere halife olsaydı, hâlâ cumhuriyetçi fikirler taşır mıydı? Onun en mühim hususiyeti (İnönü’nün de söylediği gibi) idealizm değil, pragmatizmdir. Her zaman fırsat ve şartlara göre hareket etmiştir.

 

O olmasaydı, cumhuriyet olur muydu? Etrafındakiler her ne kadar sonradan cumhuriyetçilikte ondan geri kalmadıklarını iddia etseler de hiçbiri onun kadar radikal değildi. O olmayıp, Kemalist hareketin yedek lideri Rauf Bey başa geçseydi, cumhuriyet ilan eder miydi, hatta İttihatçılar harbi kazansa, saltanatı tasfiye ederler miydi?

 

Etrafındaki herkes padişaha karşı çıkmayı nankörlük olarak görüyordu. M. Kemal, Rauf Bey’e fikrini sorduğunda şöyle demişti: “Saltanat ve hilafet makamına vicdanen ve hissen bağlıyım. Çünkü benim babam, padişahın ekmeğiyle yetişmiş, Osmanlı ricali sırasına geçmiştir. Benim de kanımda o nimetin zerreleri vardır. Ben nankör değilim ve olamam. Padişaha sadakat borcumdur. Halifeye bağlılığım ise terbiyem icabıdır. Bizde umumi vaziyeti, ancak herkesin erişemeyeceği kadar yüksek görülmeye alışılmış bir makam temin edebilir. O da saltanat ve hilâfettir. Bu makamı lâğvetmek, onun yerine başka mahiyette bir varlık koymaya çalışmak, felâket ve hüsran olur.”

 

Refet Bey’e sorulduğunda, Rauf Bey’le aynı düşündüğünü söylemiş. Ali Fuad Paşa ise bir fikir beyan etmemiştir. (Nutuk, II/684-685)

“Cumhuriyet yapacaklar”

Ekim 1917’de ordu kumandanı Mustafa Kemal Paşa, levazım reisi Topal İsmail Paşa’ya “İşin sonu nereye varacak” diye sorduğunda, “Cumhuriyet” cevabını almış; “Peki başa kim geçecek?” diye sorunca da “Sen, ben ve mesela Enver” demişti. Ağzının arandığını düşünen Kemal Paşa, “Bunun sırası değildir ve bizde bunun tatbik kabiliyeti de yoktur” cevabını vermişti. (Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri, TTK, Ankara 1972, 132)

 

Karabekir’e bakılırsa, daha İstanbul’da iken Mustafa Kemal Paşa’nın cumhuriyetçi olduğu söylenirdi. İngiliz Yarbay Rawlinson, daha İstanbul işgal edilmeden evvel Anadolu’da bir cumhuriyet kurulması için çalışıyordu. (İstiklal Harbimiz, II/354-355, 366)

 

M. Kemal de Nutuk’ta Ali Rıza Paşa’nın Ahmed İzzet Paşa’ya kendileri için, “Cumhuriyet yapacaklar cumhuriyet!” dediğini alayla anlatır. İngiliz Yüksek Komiseri Robeck, 17 Eylül 1919’da Lord Curzon’a Kemalist hareketin giderek bir Anadolu Cumhuriyeti’ne doğru gittiğini rapor etmiştir.

Cumhuriyet ve “gâvurluk!”

M. Kemal’in zihninde olsa bile, cumhuriyet hep bir sırdır. Henüz Padişah’ın karizmasından istifade icap ettiğinden, hiçbir yerde hiçbir zaman hiçbir kimseye cumhuriyeti telaffuz etmemiştir. Bilakis, cumhuriyetçilik ithamını hep şiddetle ret ve saltanata bağlılığını deklare etmiştir.

 

Nisan 1923’te ilân olunan Halk Fırkası umdeleri arasında yoktur. Falih Rıfkı’ya göre, o zaman hemen herkes cumhuriyet aleyhtarıdır. Bazıları Mustafa Kemal’den kurtulabilmek için, meşruti monarşinin muhafazasından yanadır. “Eski Türkiye’de cumhuriyet sözü şapka sözü kadar kötü ve korkulu idi. Yobaz lügatindeki manası ile “gâvurluk” mahiyetinde idi. Eski Türkiye’de hiçbir zaman cumhuriyetçilik diye bir fikir akımı olmamıştır. Olmasına da imkân yoktu. Bir Osmanlıya cumhuriyetçi demek, o zaman için gâvur demek, bugün için komünist demek gibi bir şeydi.” (Çankaya)

 

Emsalleri gibi Türkiye’de de cumhuriyet, hiçbir zaman bir halk hareketinin eseri olmamış, hakkında fikrî, hatta popüler tartışma zemini kurulmamış, halk reyine sunulmamış, bir emrivakiyle kabul edilmiştir. Bu, onun tek bir kişinin fikrinin mahsulü olduğunu gösterir mi? Hayır, şartların getirdiği bir zarurettir. Başka türlü iktidarda kalmak, inkılapları yapmak mümkün değildir.

Niye padişah olmadı?

Türk-İslâm siyasi ananesinde, bir hanedan ortadan kalkınca, yenisinin gelmesi âdettir. Peki, 1922’de niye olmadı?

 

Bir kere cemiyetin rol modeli Avrupa’dan artık başka rüzgârlar esmektedir. Asrın modası, cumhuriyettir. Fransa 50 senedir böyledir. Rusya’da, Almanya’da, Avusturya’da asırlık monarşiler yıkılmıştır.

 

İkinci sebep, Atatürk’ün kendisini padişah ilan etmek için siyasi gücünden emin olmamasıdır. 1923’te bile kendi kurduğu Meclis’te kendisine güçlü bir muhalefet vardır. 1924’te beşikteki bebeğinden eli bastonlu yaşlısına hanedanın sürgüne yollanmasının arkasında bile bu endişe yatar.

 

Üçüncü ve mühim bir sebep de Atatürk’ün çocuğunun olmamasıdır. Monarşi, aile ve vâris demektir. Atatürk ise realisttir, yapabileceği ile yetinir. Monarşi, asırlık ve ihtişamlı kahramanlık ananelerine dayanır.

Ah bilseler…

Şu hâlde Ankara, cumhuriyeti, o zaman için en elverişli sistem olarak görmüştür. Yasama, yürütme ve yargıyı uhdesinde tutarak padişahları kıskandıracak salahiyetlere kavuşmuştur.

 

Bugün Türkiye’de sağcısından solcusuna, laikinden “dincisine” hemen herkes cumhuriyetçidir. Hâlbuki cumhuriyetin beşiği Fransa’da bile, monarşistlerin nispeti az değildir.

 

Fransız İhtilali’nden sonra tarihi hep cumhuriyetçiler yazdığı gibi; edebiyat ve medya da cumhuriyetçilerin elinde olduğu için, monarşi ve aristokrasi aleyhinde alabildiğince neşriyat yapılmıştır. Sadece tarih kitaplarında değil, romanlarda, filmlerde, hatta masallarda bile bütün krallar zalim; asiller ise hep kötüdür.

 

Öyle ki, kimse monarşi ve aristokrasinin demokrasiye, hiç değilse sanat ve estetiğe büyük katkısından bahse cesaret edemez. Prens Philip, “Ah bilseler, monarşinin faydası soylulara değil, halkadır” derdi.

Cümbür cemaat

Arapça cumhur kelimesini Osmanlılar Venedik için kullanmıştır. Cümbür cemaat tabiri buradan gelir. Sultan II. Mustafa’nın tahttan indirildiği Edirne Vakası’nda, Yeniçeri Ağası Çalık Ahmed, saltanatı yıkmak, yerine Kuzey Afrika eyaletlerindeki gibi tecemmu devleti ve cumhur cemaati (askerî diktatörlük) kurmayı teklif etmişti. Bu, cumhuriyet tabirinin ilk kullanılışıdır.

 

İhtilalin ardından İstanbul’a gelen Fransız askerî mütehassısları, cumhuriyet fikrini de beraberlerinde getirdiler. Cevdet Paşa, cumhuriyetin insanlık için tehlikelerine dikkat çeker; Fransa’nın perişanlığının sebebi olarak gösterir.

 

Serasker Said Paşa hasmı Reşid Paşa için Sultan Abdülmecid’in huzuruna çıkıp, “Reşid Paşa cumhuriyeti ilan edecek, saltanatınız elden gidiyor. Daha ne duruyorsunuz?” demişti. Midhat Paşa’nın kendi diktatörlüğünde bir cumhuriyet kurmak istediği söylenir.

Cumhuriyet kilisesi

Cumhuriyet, monarşinin mukabilidir. Devletin idaresi bir hanedanın elinde ise monarşi, halkın elinde ise cumhuriyet (res publica) vardır. Res publica, Latince, halk işi demektir. Ama cumhuriyet ile demokrasi aynı değildir. Demokraside hükûmet, halkın ekseriyetinin reyiyle başa gelir. Demokratik monarşi olabilir. Cumhuriyet diktatörlük olabilir.

 

Bugün monarşilerin çoğu demokrasi, cumhuriyetlerin çoğu ise diktatörlüktür. XX. asırda kurulan hemen bütün cumhuriyetler, demokrasi getirmek şöyle dursun, diktatörlüğe dönüşmüştür: Rusya, Almanya, İspanya, Portekiz, Türkiye, Yugoslavya, Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Macaristan…

 

Atina, Venedik, Dubrovnik hakiki birer cumhuriyet değildir. İktidar, muayyen statüdeki kişilerin (tüccar, soylu, asker) elindedir. İlk Çağ filozofları cumhuriyeti ayak takımının hâkimiyeti diyerek hor görürdü. Onlar bilgeler oligarşisine taraftardı.

Şeytanın intikamı!

Cumhuriyet eşitlikçidir. Monarşi, adaletçidir. Monarşide halk idareci olmadığını bilir. Cumhuriyette bilmez, bu sebeple halkı kontrole daha elverişlidir. Halk kendisini idareci zannettiği için isyana daha az meyillidir.

 

Mümtaz Soysal, sosyalist olduğu halde, bundan 30 sene evvel bir yazısında şöyle demişti: “Monarşilerde karizması, asırlar evvelinden gelmiş kahramanlıklara dayanan, oturmasını kalkmasını bilen (kendi tabiriyle çatal bıçak tutmasını bilen) kişi başa geçer. Ötekinde ise, dört sene ne yapacağını bilemeyenler...”

 

Şair Milton’a göre, yıkılan her hükümdar ve kurulan her cumhuriyet, Şeytan’ın Allah’tan ve âdemoğlundan aldığı bir intikamdır. Bunun dünyaya yayılmasında monarşi ve aristokrasi aleyhtarı burjuvaların kurduğu Masonluğun büyük katkısı olmuştur. Hatta eskiden Mason localarına “cumhuriyet kilisesi” diye isim takılmıştı. (Daniel Ligou, Histoire des Francs-Maçons en France)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Abdullah 30 Ekim 2023 07:06

Kaleminize yüreğinize sağlık. Yalan söyleyen tarihe tokat gibi olmuş.