CELLATLIK BİR USTALIK İDİ!..

Sesli Dinle
A -
A +
Cemiyet hâlinde yaşamak, kanunu; kanun da icabında cezayı icap ettirir. Cezayı infaz etmek Cellatın vazifesidir.
Cellat, değnekle döven demektir. Bedenî cezanın esas olduğu bir zamanda, cezalar umumiyetle dayak idi. Cellat deyince hep idam cezasını infaz eden kişi anlaşılır, ama öyle değildir. Bir nevi gardiyandır, infaz memurunun işini yapar.

Celladına âşık olmak

Her ne kadar ürkülen bir iş ve cellatlar da korkulan insanlar olsa bile, bu bir zarurettir. “Hükm-i sultan olmaz ise, gelmez hata Cellattan” sözü meşhurdur.
Merhametsiz sevgili için edebiyatta cellat demek âdet olmuştur. Kemani Tatyos’un “Çeşm-i Celladın ne kanlar döktü Kâğıthane’de” mısraı hatıra gelir. Bir de kendisine kötülük edene marazi bir bağlılık duyanlar için “Celladına âşık olmak” tabiri kullanılır.
 
Asr-ı saadette Zübeyr, Mıkdad, Muhammed bin Mesleme gibi sahabilerin bu işi yaptığı vakidir. Evliya Çelebi’ye göre, Cellatların piri Eyyüb Basri hazretleri, işini bitirince bir fatiha okuyup, oradakilere “Bu adamdan ibret alın!” diye nasihat edermiş.

Paşa Celladı

Osmanlılarda cezayı veren mahkeme, suçluyu polis şefi olan subaşına teslim ederdi. O da maiyetindeki Cellatlara cezayı infaz ettirirdi.
 
Cellatlık ustalık icap ettiren bir işti. Vazifesini ortalığı karıştırmadan ve mahkûma fazla acı vermeden yapması beklenirdi. Onun için bunlara meydan-ı siyaset ustası denirdi.
 
Sarayda cezaların infazıyla vazifeli Cellat bölüğü, doğrudan padişaha bağlı bulunan bostancıbaşının emrindeydi. Sarayda bunlar bulunmadığı ve acil hâllerde saray bahçelerine ve sahil emniyet işine bakan bostancılar bu işi yapardı.
 
İki bostancı zaten hep nöbetteydi. Bir de çadır mehterlerinden (ordunun levazım sınıfından) bunlara yardımcı 4-5 kişi sarayda kapıcılar dairesinin yakınında beklerdi. Solaklardan, kapıcılardan, hatta iç oğlanlarından dahi cellatlık vazifesi verilenler olurdu.
Valilerin ve sefere giden serdarların da maiyetinde paşa Celladı bulunurdu. Çok mahrem ve hassas infazlarda, mahkûm ile konuşup merhamete gelmesin diye sağır dilsiz Cellatlar iş görürdü. Cellat olacakların dilinin kesildiği doğru değildir.

Ecel şerbeti

Şer’î hukukta idam cezası çok nadirdir. Osmanlılarda umumiyetle büyük siyasi suç işleyen veya hata yapan devlet adamlarına verilir.
 
İdam cezası en seri ve acısız ölüm tarzı olan başı keserek infaz olunur. Asarak idam, işkence sayılır ve insan haysiyetine aykırı görülür. Sadece eşkıya, müsademede yakalanırsa, teşhir için asılabilir.
 
“Kaydı görülecek” veya “kârı itmam edilecek” yahut “izâlesi ferman olunan” kişiye, cezası bostancıbaşı tarafından eteği öpülmek suretiyle hürmetle tebliğ edilir. Teselli kabilinden sözler söylenir. Abdest alıp iki rekat namaz kılmasına müsaade olunurdu. Bu husus adi mahkûmlar için de caridir.
 
Mahkûm, bostancıbaşı refakatinde sarayın Marmara sahilindeki Balıkhane’ye götürülür. Saray jargonunda “Balıkhaneye indirmek”, idam demektir.
Bostancıbaşı, af haberi için biraz bekler; hükmü hemen yerine getirmez. Eğer beklenen haber gelirse, mahkûma çini kupa ile serin şerbet ikram edilir. Sonra Balıkhane Kapısı’na yanaşan bir tekne ile sürgüne yollanır.
Haber gelmezse, mahkûma kan rengi şerbet takdim edilir. Bu, artık ecel şerbetidir. İki yamak refakatinde cellat hükmü infaz eder. Çok rütbeli biri olmadıkça bostancıbaşı infazda hazır bulunmaz.

İbret taşı

Taşrada idam olunanların başı, bozulmasın diye bal dolu at kılından bir torbaya konup merkeze gönderilir. Teşhis edilip cezanın infazı katiyen anlaşıldıktan sonra defnolunur. Acele eden kişiye “Paşaya kelle mi götürüyorsun?” derler. Bazı kişilerin başı sarayın önündeki seng-i ibrette ibret-i âlem için bir müddet (üç gün kadar) teşhir olunur, önüne idam sebebini anlatan bir yafta asılırmış.  
 
Ölenin yakınları Cellada bahşiş vererek ölülerini alıp dinî merasimle defneder. Suçlu bile olsa insan haysiyetine sahip bulunduğundan, ölünün denize atılması, parçalanması, çengele asılması mevzubahis değildir.
Buna dair anlatılanlar, seyyahların uydurmasıdır. Evliya Çelebi, Ahmed Refik Altınay, Reşad Ekrem Koçu gibi tarihçiler, aynı zamanda hayal gücü ve tasni kabiliyetinin zenginliği ile meşhur olduğu için, bunların rivayetleri kaydı ihtiyatla karşılanmalıdır.
 
Tanzimat ile siyaseten idam cezası kaldırıldı (1838). Yeniçeri Ocağı ile beraber Cellat Ocağı da lağvedildi. Cellatlık, ücreti mukabilinde şuna buna yaptırılmaya başlandı.
 
CELLATLIK BİR USTALIK İDİ!..

Çehresinde nur kalmamış

Osmanlı tarihinin (Evliya Çelebi sayesinde) en meşhur celladı Kara Ali ile onun yamağı Hamal Ali ve sonradan başcellat olan Süleyman’dır. Ustalıkta emsali görülmemiş ve kendisini bizzat gören Evliya Çelebi tarafından üstad-ı kâmil diye anılan Kara Ali, o öldükten sonra Cellatbaşı sıfatıyla Sultan II. Osman, İbrahim ve IV. Mehmed zamanında vazife yaptı.
 
Hissiz, metin ve merhametsiz olduğu söylenirse de Sultan İbrahim’i öldürmekten kaçınmış; darbeciler, sopayla tehdit ederek işini tamamlatmışlardı. Bundan sonra da teessüründen işi bırakmıştır.
 
Evliya Çelebi, “neuzü billah, çehresinde nur kalmamış, zehir gibi adamdı. Yaz kış kolları sıvalı, göğsü bağrı açık gezerdi” der. Çok defa, idam ettiği adamın kim olduğunu bile sormazmış. Sokağa çıktığında, sağ omuzunda çaprazlama asılmış bir yalın kılıç sallanır, kuşağının bir kenarında da yağlı kemendi görülürmüş. Ustura ile kazınmış başında kırmızı keçeden Cellat külahı bulunurmuş.
İşin garibi cumhuriyet devrinin en meşhur celladı da meşhur adamları asan İzmirli Kara Ali’dir. Bununla yapılan röportaj 1950’de gazetelerde neşredilmiştir.
 
Cellat Mezadı
Ekâbirden idam mahkûmları, infazdan evvel üzerindeki kıymetli eşyayı çıkarıp orada bulunanlara hediye eder, bana bir fatiha okursunuz, derdi.  Ekseri mahkûmun eşyasını cellat sahiplenirdi. Çünkü çoğu kul cinsinden olduğu için vârisi zaten padişah idi.
 
Cellatlar bu eşyayı senede bir iki defa mezata koyar, parasını da lokanta bahşişi gibi aralarında taksim ederlerdi. Ama halk uğurlu görmediği bu eşyaya fazla para vermez, ucuza giderdi. Kimsenin rağbet etmediği ucuz mala, cellat mezadından mı aldın, derler.
 
Tarihçi Peçevî’nin meraklı bir hikâyesi vardır: “Sultan III. Murad’ın gözdesi kapı ağası Gazanfer Ağa, zamanın meşhur saatçisi Rasim’e fevkalade kıymetli elmaslarla süslü altın işlemeli bir saat yaptırmıştı.
 
Bir askeri isyanda Gazanfer Ağa celladın eline düşünce, başlı başına bir servet olan saati de müstakil bir cellat mezadına girmiş, Tırnakçı Hasan Paşa satın almıştı. Az sonra o da idam olundu, saati mezattan pek ucuz bir bedele Kâsım Paşa satın aldı. Bir iki ay sonra o da idam edildi. Saati Sadrazam Derviş Paşa satın aldı ve küçük kardeşine hediye etti... İsmi bilinmeyen, genç yaşta hizmete başladığı için Civan Bey diye anılan bu genç, Eğriboz sancakbeyi idi. Konağın terasında Peçevî ile otururken,  koynundan bu saati çıkardı. Saat meraklısı Peçevî hayran kaldı. ‘Ömrümde böyle güzel saat görmedim’ deyince Civan Bey hikâyesini anlattı.
Peçevî, ‘Böyle bir saati insan düşmanına vermez. Paşa nasıl olmuş da size hediye etmiş?’ deyince, Bey hançeriyle elmasları çıkarıp bir çekiç ile çarklarını kırarak denize attı. Denizin dibinde saatin parıltısı görülüyordu... Yarım ilâ bir saat geçti. Bir atlı geldi. Bey’e azlini haber verdi. Bey şaşırınca, atlı, ‘Efendim Derviş Paşa idam olundu. Sizin de idamınıza ferman çıktı. Bostancıyla gönderildi. Sonra şefaatçiler araya girip sizi affettirdi. İkinci bir ferman ile ben gönderildim. İdama memur olanlara yarım saat evvel yetiştim’ dedi.”
 
Kutu

Cumhuriyet devrinde...

Cellatların Çingene veya Hırvat asıllı olduğu söylenirse de söz götürür. Mamafih cumhuriyet devrindeki Cellatların çoğu Çingene idi. 1961’de Adnan Menderes ve arkadaşlarını asan Kemal Aysan; 12 Eylül devrinde mahkûmları asan Hüseyin Yalçın, böyle idi.
 
CELLATLIK BİR USTALIK İDİ!..

Cellat Çeşmesi

Topkapı Sarayı avlusunda Çeşmekapı’dan Ortakapı’ya dek uzanan duvarın Ortakapı’ya yakın tarafındaki çeşmeye Cellat Çeşmesi veya Siyaset Çeşmesi denirdi. Lülesi kopmuş, yer yer kırılmış harap bir hâldeydi. Güya cellat işini bitirdikten sonra levazımatını burada yıkarmış. Hâlbuki infazın yeri ekseriya Balıkhane’dir.
 
1889’da Kayzer gelmeden evvel, sarayı gezerken aklına bir şey gelmesin diye, Sultan Hamid çeşmeyi kaldırttı. Vakanüvis Abdurrahman Şeref Bey, “Nice feryad ve zârilerin şahid-i câmidi olan bu menhus çeşme”nin yok edilmeyip Bâb-ı Hümâyun’nun içine taşınıp yerine Hamidiye Çeşmesi monte edildiğini anlatır. Gezenlere “Cellat Çeşmesi” diye gösterilen duvar çeşmesi budur.
 
CELLATLIK BİR USTALIK İDİ!..

Cellat Mezarlığı

Eyüp’te Karyağdı Bayırı arkalarında Cellat Mezarlığı vardı. Münferid ve metruktu. Dört köşe küfeki taşından gayet iri, bazısı iki metreye yakın boyda şahideleri vardı. İsimleri unutulsun, ailesi töhmet altında kalmasın diye hepsinin yazısız olduğu söylenir. Sonradan bir kısmı kayboldu, bir kısmı mezarlar arasında kaldı. Sadece burada değil Tokmaktepe’de ve Nişanca’da Baba Haydar ve Nişanca Mustafa Paşa Camii haziresinde ve Beyoğlu Gaysunizade Camii haziresinde tek tük kalmıştır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.