"İlk çocukları dünyaya gelir gelmez vefat etmiş!.."

A -
A +

Annemle babamı birbirine çok yakıştırırlarmış. Kaderde olunca da askere gitmeden söz kesilmiş, dönüşte de evlenmişler.

 

 

 

- Bu mevzular bitmez. Sen şahit olduklarından bahset bütün gözler üzerinde.

 

- Ee nerede kalmıştık? Ha DADAŞ kelimesinin mahiyetini az çok tahmin ettiğiniz gibi hatırlatmış oldum. Aslında ağır kış şartlarından mı ne en zengin aile bile fakir sayılacak bir hayat yaşar bizim oralarda. Kendi kendine yetmeye çalışan gayretli, mütedeyyin, paylaşımcı, müşfik, hâlden anlayan mütevazı insanlardır bizim dadaşlar.

 

- Övünmeseniz olmaz…

 

- Tabiatımızda, fıtratımızda var neylersin ki!

 

- Eee sonra?

 

- Babam, delikanlıyken tam mânâsıyla yakışıklıymış. Uzuna yakın boyu, atletik yapısı, güzel, mütebessim çehresiyle olduğu kadar çalışkanlığı ve güzel huylarıyla da herkes tarafından sevilen hürmet gösterilen biri olmuş. Onun için köyde ona hep “Yusuf gibi...” diyorlarmış. Babam öyleymiş de anneciğim öyle değil miymiş? O da selvi endamlı, ceylan bakışlı, periler misali güzel kızcağızmış. Bütün köylüler onları birbirine öyle yakıştırırlarmış ki sormayın. Kader kısmet de olunca askere gitmeden söz kesilmiş, dönüşte de evlendirilmişler.

 

İlk çocukları dünyaya gelir gelmez vefat etmiş! Ailecek herkes pek üzülmüş tabii. Fakirlik, cehalet, ne yapacaklarını bilememe… ne sayarsak sayalım böyle üç evladını çocuk yaşlarındayken kaybetmişler. Artık evlat sahibi olamayacakları zehabına kapılmışlar. Babam “Elimde beş on kuruşum olsaydı şehre, hastaneye götürürdüm Gülperi’mi…” deyip hep kendini suçluyormuş.

 

Bir gün Almanya'dan yakın komşuları gelmiş. Almanya derken o günlere bir gitmemiz lazım.

 

- Acı tatlı çok hatıralar olmalı.

 

- Hem de ne kadar çok. Babacığım derdi ki “GURBET” tek kelimeyle “ÇALIŞMAK” demektir, hem de gece gündüz durmadan, iş tercihi yapmadan. Bu yüzden olsa gerek bütün gurbetçilerimiz çok çalıştı, çok kazandı; az harcadı, çok biriktirdi. “Hele bir dönelim memlekete; O zaman görsünler…” dedi, koşturdular. Ömür dediğin de ne ki? Seneler hep böyle geçti; az yedi, az harcadı sadece tasarruf ettiler. Niçin? Memlekete gidince mahcup olmamak için. Hülâsa gittiler, çalıştılar ve nihayetinde bir kapalı kutu içinde memleketine götürdüler onları. Herkes gördü acıdı, vah etti; yazık ki o, dişinden tırnağından artırdıklarını, biriktirdiklerini ağız tadıyla yiyemedi…

 

- Hasretlik, fukaralık, zillete katlanmanın her çeşidini tattılar ama kendileri değil cesetleri dönebildi sadece. Çoğunun hikâyesi aşağı yukarı böyle. Bilmeyenimiz yok zaten.

 

- Acı hakikatler maalesef! Anadolu insanının muhayyilesinde “gurbet” veya “hicret” şimdiki ifadeyle “GÖÇ” kelimesi; ekmek, sıla, hasretlik, sevda, sabır, korku, ümit, istikbal yani gelecek paradoks çağrışımlarla harmanlanmıştır. Hiç şüphesiz ki bizim tarihimizde “göç” hadisesi mühim bir yere sahiptir. Türk tarihinin en eski devirlerinden itibaren başlayan bu yürüyüş, değişik hız ve şekillerde günümüze kadar devam etmiştir. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.