"Nefise Naz kızımın anlattığı o komşu kadın da kimdi?.."

A -
A +

Tepeden tırnağa beyazlar giyinmiş bir hanımefendi ayağa kalktı “Jale kızım haklı, bir daha ortalıkta görünmedim ki…” dedi!..

 

 

 

Doktor Nefise:

 

- Her şey dediğin de ne Jale'ciğim?

 

- Allah Peygamber aşkı, din devlet aşkı, vatan millet aşkı, bayrak hürriyet aşkı, cân cânân aşkı, yâr yâren aşkı…

 

- Bunlar çok üstün meziyetler.

 

- Ama maşukumu ne elle tutabiliyor, ne de gözle görebiliyordum. Bazen cefânın, dert ve belânın temsilcisi, kimi zaman aşkım ile düştüğüm derde, derman bekleyen bir hasta gibiyim, maşukum ise bu hastalığıma, muhtaç olduğum çareyi elinde tutan tabip...

 

- Demek seni farklı kılanlar bu sayıp döktüklerin.

 

- Bilmem! Emin değilim…

 

- !!!

 

     ***

 

Yeni mekânımızda o ilk akşam toplu olarak birçok mesele konuşulduğu gibi, ikişerli üçerli gruplar hâlinde de derin sohbetlere daldık geç saatlere kadar. Hep kenarda köşede dinlemekle yetinen anneciğim bir ara bana bakarak “Jale’ciğim onu da anlatsana?” diye beklemediğim ve ilkin pek mânâ veremediğim bir şey sordu, benim gibi herkes de şaşırdı:

 

- Kız Jale!

 

- Buyur anne!

 

- Nefise Naz kızımın anlattığı o komşu kadın da kimdi? Hani ifadeleriyle seni sarsan! “Doktor’um gibi konuşuyor…” dediğin o âlime kadın.

 

- Bilmem anneciğim! İlk ve son defa yakinen gördüğüm komşularımızdan biriydi. Uzaktan birkaç kez de selâmlaşmıştık ama bir daha öyle yan yana gelemedik.

 

- !!!

 

Bu arada sessiz bir gülüşme oldu. Tepeden tırnağa beyazlar giyinmiş bir hanımefendi ayağa kalktı “Jale kızım haklı, bir daha ortalıkta görünmedim ki…” dedi, gelip boynuma sarıldı. “Aaa sen ha! Can komşum!” dedim elini öpmek istedim ama ne mümkün... ne yaptıysam öptürmedi. Meğer o da bizim Dadaş şoförümüzün anneciğiymiş. Erkeklerden sakınabileceğimi düşünmüş olmalılar ki evimize rahat girebilecek birilerini de ayarlamışlar meğer. İşi sandığımızdan daha sıkı tutmuşlar. Bu Tanju var ya akıl almayacak işler yapmış anlayacağınız!..

 

     ***

 

Hayat kırılgan ve narin olduğu gibi insanlar da öyleydi benim gözümde. Bilmediğimiz hatta hiçbir zaman da bilemeyeceğimiz, idrak edemeyeceğimiz milyonlarca tehlikeye sonuna kadar açık ve müdafaasızdı fâni varlığımız. Bu hakikati kabul etmemiz lazımdı bir kere. Hayatla memat yani yaşamakla ölüm arasındaki zamanın uzunluğu da sadece bir “an” kadardı. Yeryüzüne düşen bir kar tanesi, suyun üstündeki ince buz tabakası kadar ince, gözün karası ile akını ayıran çizgi kadar da kısaydı.

 

“Dünyâ hayâtı, elbette bir la’b (oyun), lehv (eğlence), ziynet (süs), tefahür (övünme) ve malı, evlâdı çoğaltmaktır.” Hadid sûresi yirminci âyet-i kerimesinde böyle buyuruluyordu Kur’ân-ı kerimde. Bunların bir tanesine yakalananın kalbi ölürdü Allah muhafaza.

 

Ebedî saadetim için çok çalışmam elzemdi. Ölümü tefekkür etmem ve nefsimin içinde yer alacağı ahiret ve ötesini iyi düşünmem lazımdı. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.