GÜN, BİRLİK VE DİRLİK GÜNÜDÜR!..

Sesli Dinle
A -
A +

Bizi takip lütfunda bulunan değerli okuyucularımız fark etmişlerdir. Hukukçu olduğumuz hâlde AYM-Anayasa Mahkemesiyle YARGITAY arasında patlak veren ihtilafa dair hiçbir ortamda hiçbir fikir serdetmedik?

 

Yaşanan tatsız olay malum:

 

Milletvekili seçilmiş fakat cezaevinde mahkûmiyetini çeken Gezi İsyanı Dâvâsı mensuplarından bir kişi hakkında AYM, hükümlünün müracaatı üzerine “hak ihlâli” kararı verdi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, dosya için farklı düşünüyordu. Herhangi bir ihlâl yaşanmadığı ictihadındaydı. Bundan dolayıdır ki diğer yüksek mahkemenin kararını hükümsüz sayarak mahkûm hakkında gerekli kanunî sürecin işletilerek “MV seçilmiş olmasının” düşürülmesine dair tezkereyi TBMM Başkanlığına yolladı.

 

Ancak:

 

Temyiz Mahkemesi, bu tasarrufuyla iktifa etmedi. Mevzubahis kararda imzası olan AYM üyesi hâkimler hakkında da Cumhuriyet Başsavcılığına suç ihbarında bulundu. 

 

Hemen belirtelim ki yüksek dereceli mahkemeler eşittir. Aralarında astlık-üstlük yoktur.

 

Böyle bir vak’a tarihimizde ilk defa yaşanıyordu. Bu yüzden meşhur gelişme oldu, “haber, gündeme bomba gibi düştü!”

 

Olanların herkes tarafından serinkanlı ve aklıselimle değerlendirilmesi, hâlin icabıydı. Ne yazık ki öyle olmadı. Ana muhalefet partisinin henüz seçilmiş genel başkanı, buradan bir başarı yontmak adına gece yarısı açıklama yaparak suç ihbarını bir darbe telakki etti, vatandaşları sokağa, direnişe çağırdı, Meclis’te oturma eylemi yaptılar, Filistin için sesi çıkmayan bâzı barolar, bâzı çıkışlar yaptılar.

 

Şimdi şu soruyu sormanın tam zamanıdır:

 

-Hadise hakikaten bir darbeyse, o darbe kime karşıdır?

 

Bilindiği gibi darbeler, muhalefete değil, iktidara karşı yapılır. İktidar, Yargıtay’ı kullanarak “yeter artık yoruldum, çeyrek asırdır, işbaşındayım, bu millet seçmesini bilmiyor, yine beni seçti, bâri siz beni kurtarın!” mı dedi?!.

 

Böyle bir akli özür mümkün müdür?

 

Ana muhalefet ve onun tecrübesiz genel başkanı, yanlış yapmış, yangına benzinle seğirtmiş, bir kısım barolar da ona uymuşlardır. Allah’tan ki öfkeleri millet nezdinde itibar görmedi de bir fitne, iç kargaşa çıkmadı…

 

Bu mevzuun ortalama olarak 10 ve 60 yıllık hikâyesi vardır:

 

10 yıl evveline kadar mahkemelerimizin aleyhine karar verdiği bazı vatandaşlar, AİHM-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidiyorlardı. Türkiye’nin varlığını tanıdığı bu mahkeme, ekseriya dâvâcıyı haklı bularak Türk Devletini tazminata mahkûm ediyordu. Her sene yüksek miktarda tazminat ödemek zorunda kalıyorduk. Nihayet, TBMM, yerinde bir çözüm getirdi. Bundan böyle hakkının ziyan edildiğine inanan Türk vatandaşı, önce AYM’ye gidecek ve mes’elesi burada halledilemezse; iç hukuk yolları tükendikten sonra AİHM’ye müracaat edebilecekti. Bu düzenleme, o dönemde takdirle karşılandı. Böylece makul bir yol açılmıştı. Gerçi bâzı kararlar, sıkıntı doğursa, verilen hüküm, zaman zaman yüksek sesle tartışılsa da AYM, çalışmasına devam ediyordu. Ancak; bu defaki hak ihlali kararı, infiale yol açtı. Meydanı sis kapladı. Hukuki telakkiler keskin şekilde ayrılmıştı…

 

Bize göre; Yargıtay, AYM’nin kararını, keenlemyekün, verilmemiş addederek TBMM’ye tezkere sevkini yaptıktan sonra ayrıca suç duyurusuna, şikâyete gerek yoktu. Mahkemelerin behemehâl mehabete, yüksek değere, hürmete ihtiyacı vardır. Bunun örselenmemesi, mahkemelerin, yıpranmaması icap eder. Aksi halde şeriatın kestiği parmak acır, kanama devam eder…

 

Adlî cephede böyle bir infilak yaşanınca, itiraf edelim ki AYM hâkimlerinin topluca istifa etmelerinden kaygılandık.

 

Bu, çok kötü bir seyir olurdu.

 

Hem ana muhalefetin, alelacele ve sorumsuzca sokak çağrısı rağbet görmediği ve hem de AYM böylesi bir fevrilik yamadığı veya karşı suç duyurusu yoluna gitmediği için geçmiş olsun diyoruz…

 

Bunlar neden yaşanıyor, niçin oluyor?

 

1- AYM, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra cunta silahlarının gölgesinde yapılan 1961 Anayasasıyla mevzuatımıza girdi. Anayasa Mahkemesi, 1876 ve 1924 Anayasalarında yoktu. Mevzuatımıza dâhil edilmesi, som bir hukuki ihtiyaç için değil, devrik DP iktidarını devam ettirecek partiler seçilirse bunları serbest bırakmamak niyetiyle kuruldu. O aba altından gösterilen sopaya rağmen seçimlerde muhafazakâr vatandaşın reyi Hükûmet oluyordu. O zamanlarda Danıştay, Hükûmete, AYM, Meclis’e nefes aldırmıyordu.

 

2- 1982 Anayasası da cuntacıların ağır baskıları altında hazırlandı. Her iki anayasa için gerçekleştirilen halk oylaması da göstermeliktir. Sonraki onlarca değişikliğe rağmen darbe izleri, anayasadan silinemedi. Münakaşalar, 60 yıldır devam ediyor. Dolayısıyla AYM de aynı yaralardan izler taşımaktadır.

 

3- AYM’de hâkim olmak için hukuk fakültesi mezunu olmak şart değildir. Bu uygulama Turgut Özal’ın Başbakanlığında anayasaya girdi. Dünyada buna “jüri sistemi” deniyor. Alt dereceli Mahkemelerde de vardır. Ancak, kanaatimizce bu sistemde bilirkişi ve onun raporu, öne çıkmakta, hâkim, noter durumuna konumuna düşmektedir.

 

4- 15 Anayasa Mahkemesi hâkiminin önünde 150 bin dosya mevcuttur. Bazıları hukuk da tahsil etmemiş bu hâkimlerin, bilirkişi feneri ışığında karanlıkta yol alması böylesi çaprazlıklara yol açar. Yarın daha vahim hatalar da yaşanabilir. Kaldı ki hukuk tahsili de maalesef büyük bir keyfiyet, vasıf kaybındadır.

 

5- Anayasanın mahzene kaldırılıp yepyeni bir sivil anayasa yapılmasının şart olduğu, bu olayla bir kere daha anlaşılmıştır.

 

Ancak:

 

a-Yalnızca anayasanın değil,

 

b-Topyekûn kanunların ve hukuk mevzuatımızın mâzi ile yeniden köprüler kurularak yerli ve millî değere kavuşturulması olmazsa olmaz şarttır. Buna rağmen, şart olduğu hâlde yeni ve sivil bir anayasayı çok mümkün görmüyoruz.

 

Bunun iki sebebi vardır:

 

İlki, Terakki Perver’den beri ülkede muhalefet ve İktidarın birbirinden çok uzağa düşmüş olmasıdır. İzmir Suikastının arkasında bu parti çekişmesi yok mudur? İttihadçı-Millîci kurt boğuşması bahs-i diğerdir. Düşen yenilmiştir.

 

İkinci sebepse şudur:

 

Vaki darbe öncesinde mevzuatta herhangi bir kanun iken bunlardan bazıları, 1961 ve 1982 Anayasalarına dâhil edilerek dokunulmazlık kazandırılan maddelerdir. Olgun hukuk anlayışı adına onların yeniden mevzuata iadesi gerekir…

 

Hiçbir ideoloji ve peşin hükme kapılmadan anayasa, hukuk ve kanunlar mevzuatımızdan yalnızca 1982 ve 1961 Anayasalarının değil, Erken Cumhuriyetin de devrinde kalması gereken, o güne mahsus tesir ve izlerinin de mevzuat külliyatından arındırılması ve gelecek anayasa ve hukuk hayatımızın Türkiye Yüzyılının taşıyıcı sütunları olması gerekir. Bu vatanın çocukları, artık birbirine inanmalıdır. Dayanışma içinde barışık ve sağlıklı bir hayata muhtacız…

 

Bu noktada şöyle bir sual haksız değildir:

 

-Serdettiğiniz görüşlerinizi kaleme almak için bir hafta beklemek mi gerekirdi?

 

Dikkatler dağılsın istemedik.

 

Bugün birbirinden önemli birçok gündem maddemizin en başında Filistin Mes’elesi gelmektedir.

 

Biz, ilk günden itibaren:

 

“Filistin Millî Dâvâmızdır!” dedik. Yetmedi “Hilâl Haç Savaşındayız!” diye mevzuu daha cesurca açtık. Orada da kalmadık “Hilâlle-Siyon-Evanjelist Kavgasındayız!” diyerek üstümüze düşeni yapmaya çalıştık…

 

Şu gün Türkiye’nin, Türk Milletinin ve “Ümmet-i Vahide” olması icab eden Müslümanların en hayatî ve bir numaralı mes’elesi Filistin’dir, Gazze’dir. Ankara’nın Filistin’e yoğunlaşmış dikkatini dağıtmak vebal olur. Bir defa daha tekrar edelim ki: “Ankara’nın müdafaa hattı, Filistin’den başlar!” Gerçek bu olduğu için AYM-YARGITAY ihtilafı yatışsın istedik, alevlenip kavgaya dönüşmesinden kaygılandık. Düşman, umulmadık zamanda, umulmadık yerde fitne çıkarır.

 

Düvel-i Muazzama denen Büyük Devletler, bir asır evvel Osmanlı Türkiye’siyle uğraşıyorlardı. Uğraşa uğraşa bizi Anadolu’ya gerilettiler. Aynı devletler, bugün İsrail ittifakıyla Filistin’den başlayarak Anadolu’ya doğru gelmekteler. Böylesine hayatî ve dünya çapında zorlu bir gündem önümüzdeyken iki yüksek mahkeme arasında çıkan nâhoşluğun dış dünyanın oyununa gelmiş olmaktan kaynaklanmış olabileceğini düşünerek tedbirli davrandık…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
bekir yenipazarlı18 Kasım 2023 09:33

Allahü teala milletimizi selamete çıkarsın

bekir yenipazarlı18 Kasım 2023 09:33

Allahü teala milletimizi selamete çıkarsın

Mehmet Kırıcı 18 Kasım 2023 07:31

Allahu Teala razı olsun efendim