Ana dilin anasını ağlatmak!..

A -
A +

Yıllar önce rahmetli Oktay Sinanoğlu’nu bir konferansa davet etmek için Amerika’da ziyaret etmiştik. Evine gittiğimizde eşi hocanın evde olmadığını söyledi. Hâlbuki randevulaşmıştık. Biz ne yapacağımızı düşünürken eşi olan hanımefendi, “Merak etmeyin, şimdi çıkar buluruz” dedi.
Birlikte çıktık ve evin yakınındaki bir restorana gittik. Gittiği birkaç mekândan birisiymiş. Oktay Hoca bir masaya oturmuş tek başına kitap okuyordu. Önce konferans davetiyesini ilettik, sonra da konferans dergisi için bir röportaj yaptık.
Yazıp çizen birisi olduğum için Türkçemin iyi olduğunu düşündüler ve röportaj sorularını bana sordurdular. İlk soruyla başladım. Ama daha ilk cümlemin sonuna soru işareti koyamadan, Oktay Hoca elini masanın üzerine koyup “Düzgün konuş!” dedi.
“Bir saygısızlık ettim herhâlde” diye düşünüp soruya yeniden başladım. Ama yine cümlenin sonuna ulaşamadan hoca, “Benimle uydurukça konuşma, Türkçe konuş!” dedi sert bir şekilde.  
Ben kurduğum cümleyi zihnimde ögelerine ayırıp hangi kelimelerin uydurukça olduğunu düşünürken de döndü ve eliyle hamburger servisi yapan siyahi bir adamı gösterip, “Siz dilinize sahip çıkmazsanız, Türkiye’yi yakında bunlar yönetir!” dedi.
Ben tekrar soruya girdim ama kullanacağım kelimelerin etimolojik araştırmasını yaparken gramerim kayboldu. Tedirgin kelimelerim devrik cümlelerin içinde hizaya girmeye çalışırken de ana dilimin anası ağladı!..
İlk gittiğimizde Oktay Hoca randevuyu unutup evden çıktığı için içimden biraz sitem etmiştim. Ona da malum oldu herhâlde… Ana dilimi unuttuğum için beni fena paraladı.
Allah rahmet eylesin. Çok kıymetli bir insandı.

 

Pac-Man

 

Geçenlerde de sosyal medyada bir paylaşım yaptım. Metnin içinde kuzen kelimesi geçiyordu. Bir büyüğüm mesaj atıp, “Kuzen yerine dayıoğlu, amca oğlu, teyze oğlu veya hala oğlu kullansan daha iyi olur” dedi.
Önce iç sesim, “Takıldığı şeye bak ya!” diye atar yaptı. Sonra iç sesimi kısıp gerçekten de kuzen kelimesinin kaç kelimeyi yuttuğunu düşündüm.
Pac-Man oyunu vardı ben çocukken. Labirentin içindeki noktaları yiyip bitirince oyunu kazanıyorduk.
Bazı kelimeler de o oyundaki o kafa gibi… Bütün kelimeleri yutan kelimelerle oynuyoruz ve diğer kelimeler bitince kaybediyoruz.

 

Cümlelerin akademik evrimi

 

Konuya dilden girince aklıma başka bir şey geldi. Son günlerde doktora tezlerinin niteliğiyle ilgili çok fazla tartışma yaşandı. Herkes bilimsel makalelerin ne kadar bilimsel olup olmadığını tartışıyor.
Çok nitelikli çalışmalar var elbette ama tartışanlar haksız da sayılmazlar. Çünkü gerçekten literatüre hiçbir katkı sağlamayan çalışmalar da yayınlanıyor. Akademik kariyer yükseldikçe cümleler uzuyor, kelimeler daha bir yakışıklı oluyor ama içerikte pek bir değişiklik olmuyor. Can çekişen fikirlere süslü ve uzun cümlelerle suni teneffüs yapılıyor sanki.
Olayı somutlaştırmak adına cümlelerin akademik evrimine bir örnek yazdım. Buyurun;
Lise: İşimle ilgili milletin ne dediği umurumda değil.
Üniversite: İşimle alakalı olarak çalışma arkadaşlarımın ve patronların düşüncelerini çok önemsemiyorum.
Yüksek lisans: Çalışma performansımın örgütteki iş görenler ve işverenler tarafından hangi kriterlere göre değerlendirildiği konusundaki kaygı düzeyim oldukça düşüktür.
Doktora: İş süreçlerine ilişkin ölçüt ve gösterge odaklı performans değerlerimin, ekip üyeleri ve yönetim birimi tarafından algılanma biçimlerine dair rastlantısal varsayımlar, bilişsel veya duygusal bağlamda değişime neden olacak somut bir etkiye sahip değildir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.