Dış politika ve coğrafya

Sesli Dinle
A -
A +
Cumhuriyetin kuruluşunun 100. yılı sebebiyle, Türkiye’nin 1923’den bugüne farklı alanlarda katettiği mesafelerin değerlendirildiği çok sayıda bilimsel toplantı düzenleniyor. Ele alınan alanlardan biri de dış politika.
 
Dış politikamızı değerlendiren uzmanların çoğunun vurguladığı bir husus Türkiye’nin uluslararası alandaki hareket tarzını belirleyen farklı unsurların olduğu. Bu unsurlar yapısal ve değişken olarak iki kategoride sınıflandırılıyor. Yapısal unsurlar arasında, tarih, demografik yapı, coğrafya ve yönetim şekli sayılırken değişken unsurlar ise küresel seviyede meydana gelen dönemsel dalgalanmalarla ilişkilendiriliyor. Diğerlerinin ayrıntısına girmeden, bugünkü yazımda dış politika-coğrafya bağlantısının günümüzde nasıl okunması gerektiği üzerinde duracağım.
 
Klasik yaklaşımı benimsemiş hemen hemen tüm uluslararası ilişkiler uzmanları, İbn-i Haldun’dan bu yana dile getirilen “coğrafya bir milletin kaderini belirler” argümanına referans verirler. Ben de bu görüşe katılıyorum. Fakat bugünün şartları dikkate alındığında coğrafyayı bundan önceki dönemlerde olduğundan farklı anlamlandırmamız gerektiğini de düşünüyorum.
 
Coğrafya denilince ilk akla gelen fiziki konumdur. Bir ülkenin dünyanın neresinde yer aldığı dış politikasını doğrudan etkiler. Denize hiç sınırı olmayan bir ülkenin dış politikasıyla, bir ada devletininkinin aynı olmayacağı aşikârdır. Denize kapalı bir ülkenin -en basit anlatımla- kara suları, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge vb. deniz hukukuyla ilgili konularda aktif bir siyaset izlemesi beklenemez. Diğer yandan coğrafyayı siyasi manasıyla da ele almak gerekir. Devletin hangi kıtada bulunduğu, kaç komşusunun olduğu, komşularının durumu, ticaret yollarına ve enerji kaynaklarına yakınlığı gibi hususlar dış politika analizi yapılırken mutlaka dikkate alınır. Bunlara ek olarak bir ülkenin topoğrafyası da savunma ve dış politika konularıyla ilintilidir. Ülkenin dağlık mı, düzlük mü olduğu, kıyılarının uzunluğu, çöllerin, bataklıkların, göllerin, buzulların kapladığı alan gibi konular doğrudan ya da dolaylı şekilde dış politikayla bağlantılıdır.
 
Türkiye’nin dış politikasının üretilmesinde ve yürütülmesinde, ülkenin Balkanlar, Karadeniz, Kafkasya, Orta Doğu, Akdeniz alt sistemlerinin kesiştiği noktada, Avrupa ile Asya arasındaki konumu son derece belirleyicidir. Tarih boyunca göç ve ticaret yollarının üzerinde bulunan Türkiye, aynı zamanda Hıristiyan ve İslam âlemlerinin, Soğuk Savaş yıllarında Doğu ve Batı bloklarının, küreselleşme çağında gelişmiş Kuzey ve gelişmekte olan Güney’in, yeni Soğuk Savaş döneminde de Avro-Atlantik Bloku ile ona meydan okuyan yükselen Asya devletlerinin karşılaşma hattında yer almaktadır. Küresel ve bölgesel gerilimlerin yoğunlaştığı bir bölgede bulunması Türk Dış Politikası dağarcığında çok yönlülük, dengecilik, ihtiyatlılık, gerçekçilik ve ön alıcılık gibi kavramların öne çıkmasına yol açmıştır.
 
Bütün bunlara ek olarak coğrafyanın dış politikaya ne kadar tesir ettiğini tartışırken artık en az üç alt başlık daha açmak gerekiyor. Bunlar iklim değişikliği, tabii afetler ve göç konularıdır. Türk Dış Politikası bilhassa son dönemde bu üçünden de doğrudan etkilenmektedir. Tıpkı Türkiye’nin yeryüzündeki konumunun değiştirilmesinin mümkün olmaması gibi, bu üç konunun kök sebeplerinin sadece Türkiye’nin çabalarıyla giderilmesi de mümkün değildir. Dolayısıyla bunları dış politikamızın yapısal belirleyicileri arasında zikretmek elzemdir.
 
İklim değişikliği ve küresel ısınma zirai üretimi olumsuz yönde etkilemekte, su problemini derinleştirmekte, içeride ve devletler arası sürtüşmenin sebepleri arasına dâhil olmaktadır. Tabii afetler, bir yandan devletlerin ekonomilerini ve sosyal yapılarını zedelerken, diğer yandan da dışa karşı kırılganlıklarını artırmaktadır. Çeşitli sebeplerle ortaya çıkan kitlesel göçler çok sayıda ülkenin siyasi istikrarını bozmakta ve dış politikalarının seyrini değiştirmektedir.
 
Tüm alt başlıklarıyla birlikte düşünüldüğünde, coğrafya Türkiye için riskler doğurduğu kadar çok sayıda iş birliği imkânını da meydana getirmektedir. Geçen hafta tabii afetlerin Türkiye’nin uluslararası iş birliklerini ne yönde etkileyebileceğini tartışmıştık. İklim değişikliği ve göç de başta BM olmak üzere küresel ve bölgesel platformlarda Türkiye’nin görünürlüğünü ve öncü rolünü pekiştirebilecek konular arasında sayılabilir.
 
21. yüzyılın geri kalanında dünyanın, büyük güçlerin arasındaki çıkar mücadelesinin ivme kazanmasına ve bir noktada -geçmişte yaşananlardan daha tahripkâr- bir hesaplaşmaya sahne olacağına emin olabilirsiniz. Bu tırmanma sürecinde ve nihai boy ölçüşmede, fiziki ve jeopolitik konumlarının sunduklarını avantaja çevirmeye muktedir olan devletler daha az zarar görecektir.
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.