Filistin meselesinde garantörlük

A -
A +

Türkiye’nin dile getirdiği, Filistin Meselesinin çözüm sürecinde diğer ülkelerin garantör olması teklifini detaylı olarak değerlendirmek gerekli. Zira Gazze bombalanmaya devam ederken ve bölgeyi ateş topuna dönüştürmesi muhtemel gelişmeler kapıdayken, akan kanın bir an önce durdurulabilmesi için oluşturulan tek müşahhas teklif bu. Ukrayna-Rusya çatışmasında olduğu gibi, birçok ülke yangına körükle giderken, Türkiye insani felaketin önüne geçebilmek için iyi niyetle ve samimiyetle çaba gösteren yegâne güç olarak göze çarpıyor.

 

Türkiye, Filistin ile İsrail arasında ateşkesin temin edilmesi, insani yardımların Gazze’ye ulaştırılması ve ardından meselenin uluslararası hukuk temelinde nihai bir çözüme kavuşturulması için bölgesel ve küresel aktörlerin de dâhil olacağı çoklu bir garanti mekanizmasından söz ediyor. Peki bu nasıl işleyecek?

 

Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra ABD’nin girişimiyle 1991’de başlatılan Madrid Orta Doğu Barış Süreci de aslında bir garantörlük sistemi öngörmüştü. Bir yandan İsrail ile Arap komşuları arasında ikili barış görüşmeleri sürdürülürken, diğer yandan da bölgenin tamamını ilgilendiren, ekonomik problemler, kuraklıkla mücadele, eğitim, istihdam, silahsızlanma gibi konularda çok taraflı bir sistem kurulmuştu. Madrid Çerçevesi adı verilen bu yapı BM, AB, ABD ve Rusya Federasyonu tarafından teminat altına alınmıştı. “Orta Doğu Dörtlüsü” (Quartet) olarak isimlendirilen bu dört unsur sürecin başarıya ulaşabilmesi için garantörlük yapacaklardı.

 

1993’te Filistin ile İsrail arasında Oslo Anlaşmalarının ve 1994’te İsrail-Ürdün Barış Anlaşmasının imzalanması Orta Doğu Dörtlüsünün garantörlüğündeki söz konusu çerçeve içinde mümkün oldu. Mamafih, İsrail ile Lübnan ve Suriye arasındaki barış görüşmeleri bir sonuca ulaşamazken, çok taraflı mekanizma da 1990'ların sonlarından itibaren sekteye uğradı. 2000 Eylül'ünde başlayan İkinci İntifada, 11 Eylül 2001 terör eylemleri, ABD’nin Afganistan’a müdahalesi ve İkinci Körfez Savaşı’yla birlikte Madrid Barış Süreci de, Orta Doğu Dörtlüsü de tarihe karıştı. Bir süre ABD’nin öncülüğünde, Genişletilmiş Orta Doğu Projesi (daha bilinen adıyla Büyük Orta Doğu Projesi/BOP) adıyla, birtakım faaliyetler yürütülse de, 2006’ya gelindiğinde bölgede ABD’ye duyulan güvensizlik, Arap toplumlarıyla Arap yönetimleri arasındaki gerilim ve İsrail’in isteksizliği gibi sebeplerle Amerikalı Yeni Muhafazakârların BOP girişiminden de bir Orta Doğu barışı çıkmadı. Zaten niyet de bu değildi.

 

Türkiye’nin çoklu garantörlük teklifinin hayata geçirilebilmesi için dört temel şartın gerçekleşmesi gerekiyor.

 

Birincisi, söz konusu mekanizmanın bir BM kararına bağlı olarak tesis edilmesi gerekiyor. BM Güvenlik Konseyi kararı, mekanizmaya hem hukuki dayanak teşkil edecek hem de onun uluslararası meşruiyetini temin edecektir. Elbette bunun için hiçbir daimî üyenin teklifi veto etmemesi gibi -günümüz dengelerinde- çok zor bir engelin aşılması lazım.

 

İkincisi, bölge ülkelerinin hangilerinin garantör olacaklarının çok iyi hesap edilmesi icap ediyor. Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın Filistinliler namına bu sistemde yer almaları zorunlu. Fakat bu ülkelerin Filistin meselesine bakışlarında ciddi farklılıklar olduğu gibi, bilhassa Ürdün ve Mısır’ın kendi iç dengelerini de dikkate almak gibi mutlak bir zorunlulukları var. Diğer yandan, çeşitli Filistinli gruplar ve Lübnan Hizbullahı üzerindeki etkisini göz ardı edemeyeceğimiz ama ABD ve İsrail’le hasım durumunda olan İran’ın bu garantörlüğün neresinde olacağı ya da garantörlüğe dâhil olup olmayacağı da evvelemirde çözüme kavuşturulması gereken bir husus.

 

Üçüncüsü, Filistin’in böyle bir garantörlüğü benimsemesi ve sisteme güvenmesi gerekli. Batı Şeria-Gazze arasındaki siyasi görüş farklılıkları 2006’daki Filistin Ulusal Konseyi seçimlerinden bu yana bir türlü giderilemedi. Filistinli grupların, İsrail’e ve “iki devletli çözüme” bakışları olağanüstü farklılıklar taşıyor. Kurulması mümkün olursa, garantörlük mekanizmasının muhatabı sadece Ramallah merkezli Mahmut Abbas yönetimi mi olacak? Diğer Filistinli grupların muhatap kabul edilmediği bir süreçte geliştirilecek öneriler ne ölçüde gerçeğe dönüştürülebilir? Bunlar, üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken konular.

 

Ve dördüncüsü, başarılı olabilmesi için İsrail’in de garantörlük sistemine güvenmesi ve bu mekanizmayı kabullenmesi gerekiyor. Hâlihazırda ABD başta olmak üzere birçok Batılı devletin desteğini alarak Gazze’de pervasızca hareket eden, dahası bölgenin “Filistinlilerden arındırılması” gibi akla ziyan bir projeyi kendi içinde ciddi ciddi tartışan İsrail’in, eninde sonunda Filistin politikasında geri adım atmasını gerektirecek bir sisteme dâhil olması bugün için çok muhtemel değil.

 

Hayata geçirilmesindeki tüm zorluklara rağmen garantörlük teklifi Türkiye’nin meseleye uluslararası hukuk, hakkaniyet ve insancıl hukuk çerçevesinde baktığını gösteren çok değerli bir girişim. Söz konusu teklifin Türk Devletleri Teşkilatı’nın ortak teklifi hâline dönüştürülmesi, bir yandan Ankara-Bakü hattında Filistin-İsrail çatışmasına yaklaşımdaki farklılıkların izale edilmesine yardımcı olacak, diğer yandan da Türk Devletleri Teşkilatı’nın bölgesel ve küresel meselelere dair müşterek siyasi duruş geliştirmesi yolunda önemli bir örnek oluşturacaktır. Bu sebeple, garantörlük teklifinin Türk Devletleri Teşkilatı bünyesinde dillendirilmesi ve Teşkilat’ın ortak kararına dönüştürülmesi öncelik arz etmelidir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.