İki toplu boğulma hadisesi

Sesli Dinle
A -
A +
Geçtiğimiz hafta dünya gündemini meşgul eden, sanki bir Hollywood filmi gibi nefesler tutularak takip edilen bir toplu boğulma yaşandı. 1912’de bir buzdağına çarparak Atlas Okyanusu’nda batan Titanik gemisinin enkazına bir denizaltıyla dalış yapan beş dolar milyoneri öldü. Her biri bu dalış için 250 bin Amerikan doları ödeme yapmıştı. Denizaltıyla irtibatın kesildiği andan itibaren seferber olan arama-kurtarma ekipleri, denizaltıdaki hava tamamen tükenmeden önce Titanik yolcularına ulaşmayı başaramadı.
 
Bu kişilerin, dünya nüfusunun yarısından fazlasının ömür boyu çalışsalar bile biriktiremeyecekleri bir meblağı ölümleriyle sonuçlanan bu dalış için neden vermiş oldukları çok tartışıldı. Tartışılmaya da devam edecek. Milyon dolarlar harcayarak uzaya çıkan, tek başına yaşadıkları evlerini yine milyonlar ödeyerek döşeyen, bırakın başkalarını kendilerine bile hayrı dokunmayan eğlenceler için servet dökenlerin bu davranışlarının arkasında yatan, başta doyumsuzluk ve kendilerinden bahsettirme olmak üzere türlü arazlarını değerlendirmek psikologların sorumluluk alanına giriyor. Ben başka bir açıdan konuyu ele almak istiyorum...
 
Milyonerler Titanik dalışına geçtikleri sırada, Akdeniz’de, Mora Yarımadası açıklarında 750’den fazla sığınmacıyı taşıyan bir başka gemi de battı. Yüzlerce sığınmacı boğularak can verdi. Sadece 104 kişi sağ kurtarılabildi. Son 10 yılda aynı sularda ve aynı şekilde hayatlarını kaybeden, çoğu kadın ve çocuk sığınmacıların sayısının 20 binden fazla olduğu tahmin ediliyor. “Tahmin ediliyor” diyorum, çünkü günlük gelirleri 1 dolardan az bu insanların istatistiği ciddi bir şekilde tutulmuyor. “En alttakilerin” yeni bir hayat için kendilerini atmaya çalıştıkları sahillerde bulunan devletlerin tek önceliği bu insanların gelmemeleri. “Kaza” denilip üstü kapatılan birçok vakanın olduğu tahmin ediliyor. Akdeniz’deki “göçmen facialarının” neredeyse hiçbiri için yeterli soruşturma yapılmadığından, bu vakaların kaçının kaza, kaçının ise kasıtlı batırma olduğunu da bilmiyoruz. Ve tabii bilmediğimiz bir şey daha var: Kasıtlı batırmalarda, göçmenlerin kendi ülkelerine gelmelerini istemeyenlerin payı.
 
İşte asıl üzerinde durulması gereken manzara bu. Bir tarafta beş milyonerin hayatına mal olan bir trajedi, diğer yanda ise Akdeniz’de bugüne kadar yaşanmış en büyük trajedi. Beş milyonerin isimlerini, ailelerini, tüm hayat hikâyelerini günlerdir gazetelerde okuyor, haber bültenlerinde seyrediyoruz. Akdeniz’deki facianın kurbanlarının kimler olduğuna dair bilgiler ise yok denecek kadar az. Pakistan’dan gelen açıklamalara göre, kurbanların en az üçte biri bu ülkenin vatandaşı. Diğer ülkelerden ise henüz bir açıklama yok.
 
Kuvvetle muhtemel ki, Titanik enkazına dalanların dramatik sonuyla ilgili birçok sinema filmi ve diziler çekilecek. Konu belki de yıllarca kapitalist ekonominin ihtiyaçlarını da tatmin edecek şekilde, çeşitli şekillerde gündeme taşınacak. Peki ya Akdeniz’de boğulanlar?
 
Bugüne kadar on binlerce cana mal olan mülteci facialarıyla ilgili tek bir film seyrettiniz mi? Söz konusu dramların yaşanmasında doğrudan ya da dolaylı sorumluluk taşıyan Avrupa ülkelerinde, bir daha bu türden hadiselerin yaşanmaması için köklü ve etkili tedbirler alındığını hiç işittiniz mi?
 
“Medeni” Avrupa’nın mültecilere karşı bugüne kadar geliştirdiği “en etkili” çözümün adı "Geri İtme!" Adından da anlaşılacağı gibi, mültecileri taşıyan tekneleri tespit eden Avrupa devletlerinin sahil güvenlik birimleri, bu tekneleri kendi karasularının dışına doğru “geri itiyor”... Bu “itme” sırasında bazen çarparak, kimi zamansa delici aletleri saplayarak, derme çatma teknelere ve lastik botlara zarar vermekten çekinmiyorlar. Haftada en az bir kez haber bültenlerimize, Yunan sahil güvenliği tarafından Türkiye’ye doğru “geri itilen” ve verilen hasar sebebiyle batan teknelerden Türk sahil güvenliği tarafından kurtarılanlara dair hikâyeler yansıyor.
 
Mültecilere, geri itme de dâhil her türlü eziyeti reva görenlerin güvendikleri şey, Batılı kamuoyunun umursamazlığı. Bu umursamazlık kendiliğinden oluşmuyor elbet. Geçen hafta yaşanan iki toplu boğulma hadisesinin medyada ele alınış şekilleri birbiriyle mukayese edildiğinde, aslında halkın neye odaklanması gerektiğine bilinçli olarak karar verildiği ve yapılan tüm eylemlerin bu karar çerçevesinden icra edildiği görülüyor. Avrupa’yı bir “çiçek bahçesi”, mültecileri ise bu güzelliği yağmalamaya gelen “barbarlar” olarak görenlerin, köklerinde ırkçılık yatan zihniyetleri Akdeniz’deki trajedilerin ekranlara yansımasını istemez.
 
Özüne inildiğinde bu davranış, uluslararası ilişkiler alanında moral değerlerin ne hâle geldiğinin çarpıcı göstergelerinden biri.
Hep beraber idrak edeceğimiz Kurban Bayramının Türk ve İslam âlemi için hayırlara vesile olmasını dilerim.
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.