Artık cebinde otuz altını olan bir zengindim...

A -
A +

Birkaç sene huzurla geçip gitti. Kölem genç, pek çalışkan, bir o kadar da edepliydi. O beni, ben de onu pek sevmiştim.

 

 

Kaybettiğini arayan adam başını kaldırdı, bütün hacıların duyabileceği yüksek bir sesle: “Ey hacılar! Şöyle şöyle bir torba düşürdüm, bulan var mı?” diye bağırmaya başladı. Hiç tereddüt etmeden çağırdım. Torbayı daha teferruatlı tarif ettirdim ve; “İçinde bin altınım vardı...” dedi. Tereddütlerim hepten gitmişti. Hemen çıkardım, verdim. Adam çok sevindi, bana defalarca sarıldı, memnuniyetini söyledi, pek çok da duâ etti. Yetmedi torbadan otuz altın çıkarıp hediye etti. Almak istemesem de baktım üzülecek aldım. Helâllaştik, ayrıldım.

 

Artık cebinde otuz altını olan bir zengindim. Hac vazifemi tamamladıktan sonra pazara gittim. "Ne alayım?” diye dolaşırken bir köşede bir köle tüccarının oldukça temiz yüzlü genç bir esiri överek satmak istediğini gördüm. Satılacak kölenin masumluğu ve temizliği dikkatimi çekti. Hiç beklemeden; “Bu esir için ne istiyorsunuz?” dedim. Sanki cebimde ne olduğunu biliyormuşçasına o da “Otuz altın…” demez mi? Altınları verip genci satın aldım. Param yoktu ama şimdi iyi kölesi olan biriydim artık…

 

Birkaç sene huzurla geçip gitti. Kölem genç, pek çalışkan, bir o kadar da edepliydi. O beni, ben de onu pek sevmiştim.

 

Abi kardeş misali bir gün onunla bir yerden bir yere giderken karşıdan üç kişinin geldiğini gördüm. Kölem olan gencin yüz ifadeleri değişti. Eğilip kulağıma dedi ki: “Efendim, şimdiye kadar söylememiştim ama hakikati itiraf edeyim! Aslında ben Fas Emîri’nin oğluyum. Bu gelenleri de tanıdım; babamın itimat ettiği has adamları. Onlar da beni görür görmez tanıdılar. Senden beni satın almak isterler. Sizden çok memnunum. İyi birisisin! İstiyorum ki benden sonra da rahat bir ömür yaşayasın. Babam zengin, sakın otuz bin altından aşağıya satma!” dedi. O kişiler, hipnotize olmuş gibi doğru yanımıza geldi, selâm verdikten sonra uzatmadan; “Bu esiri bize satar mısın?” dediler. Ben de esirimden aldığım kuvvetle “Satarım ama, otuz binden aşağı olmaz!” dedim. Uzun bir pazarlıktan sonra, çaresiz istediğimi kabul ettiler. Altınları verip genci teslim alıp süratle uzaklaştılar…

 

Bu sefer çok çok zengin olmuştum. Bağ bahçe, tarla çayır, köşk misali ev, sayısız mal davar aldım, muhtelif iş yerleri açtım, ticaret yaptım, daha çok zengin oldum… Bir gün yakınlarım; “Çok zengin oldun, artık evlenip çoluk çocuğa kavuşma vaktin geldi, geçiyor. Tanıdığımız zengin bir ailenin iyi kalpli, güzel bir kızı var. Babası yeni vefât etti. Gel onunla seni evlendirelim...” dedi, beni evlenmeye ikna ettiler. Ben de “Hayırlısı olsun...” dedim, isteme işini onlara bıraktım. Akrabalarımdan en âlim olanı "Bir adam evlenene kadar eksik sayılır evlenince tam bitmiş olur evlat” dedi, işe koyuldu...

 

Tavsiye edilen kız istendi, duâlarla nikâhımız kıyıldı. Sıra çeyizlerdeydi. Bir servet de o taraftan geldi. Çeyizler develerle taşındı hanemize. Getirilenler yerlerine konarken bir torba dikkatimi çekti. İçimden “Bu torba bana yabancı gelmiyor…” dedim, yeni hayat arkadaşım hanımefendime döndüm; “Bu nedir?” diye torbayı işaret ettim. O da “İçinde dokuz yüz yetmiş altın var. Şimdi diyeceksin ki 'niçin bin değil?’ Siz sormadan ben izah edeyim. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Hasan Budak 8 Mayıs 2024 15:41

Değerli kardeşim gerçekten merak ediyorum.Akıcı ve çok etkileyici bir öykü.