Yılanın başı küçükken ezilmeli

A -
A +
Bu ülkenin hafife alınamayacak bir değerler birikimi var.
Olumlu ya da olumsuz yanlarıyla, bize ait ve bizden olan değerler.
Yazdıklarıyla bir anda hayatımızı allak bullak eden Mesude Çolpan Işın Taner adlı kadın da bu değerler birikiminden çıktı.
Onun Küçükçekmece’de tacize uğrayan 4 yaşındaki kız çocuğu ile ilgili olarak sosyal medyada paylaştığı sözleri okuduğumuzda eminim ki pek çok kişi büyük bir sarsıntı geçirdi:
Yılanın başı küçükken ezilmelidir. O çocuğun ailesi AK Parti'nin yemlediklerinden ise ve bir gün ortalıkta gezinip bilinçsizce AK Parti'yi destekleyenlerden biri olacaksa bunu yaşamış olması daha iyidir. Değmez bu insanların çocukları için bile olsa..." 
Nefret dili diyerek konuşmaya başladığımızda meseleyi soyutlayıp geçebilme potansiyeli olduğu için üzerinde uzun uzadıya durmamız gerekir.
Çolpan Işın Taner, yıllardır körüklenen kutuplaştırmanın, ayrıştırıcı ve aşağılayıcı bir dilin yan ürünü. Defolu, hastalıklı, çarpık ama sonuçta bize ait bir fotoğrafın legolarından biri o.
Yıkıcı bir etkisi olan bu dil, Kemalist, CHP’li ve HDP’li kesimlerde, intikamcı duygularla donatılmış yeni bir tür “insan” modelini ortaya çıkardı. Merhamet ve kardeşlik gibi kavramlar bu kesimlere âdeta unutturuldu. Her birinin ahlaken yoksunlukları, çıkarları, tutkuları, husumetleri, ön yargılarıyla beslendi.
 “Kültürel edinimleri”ni asıl ve doğru kabul ederek, kendileri gibi düşünmeyen, kendisine benzemeyen, herkesi çirkin, kokuşmuş ve yanlış bulan bu tür insan prototipinin sosyal çevremizde daha çok görülüyor olması, kaygı duyulması gereken hususlardan biri. Ama dillerindeki nefretin giderek ortak bir söyleme dönüşmesinin, kolektif bir saldırganlığı beraberinde getirmesi ihtimalini de insan düşünmeden edemiyor.
Bunu neden söylediğimi açıklayayım. Dikkat edin, Çolpan Işın Taner’in dört yaşındaki bir masumun bedenine kasteden sapığı aklayan sözleri CHP’li medyada; Sözcü’sünden Cumhuriyet’ine, FOX haberinden Halk TV’sine kadar hiçbirinde görülmedi.  
Önce gözaltına alınan, ifadesini verdikten sonra serbest bırakılan bu kadın şimdi aramızda. Tam CHP’lilerin beğenip benimsediği türden, kılığı kıyafeti, saç biçimi, entel gözlükleri ve havasıyla “Aydın, eğitimli, çağdaş” bir Türk kadını. Atatürk’ün izinden giden kadınlarımızı temsil edebilecek özelliklere sahip bir hanımefendi. Rahatlıkla herhangi bir okulumuzda öğretmenlik bile yapabilirdi.
CHP yandaşı basının neden bu insanlık atığı kadınla ilgili haber yapmadığını, önce Çolpan Işın Taner’in CHP’li, Atatürkçü olmasına bağladım. Sonra derin bir ürpertiyle fark ettim ki aslında Çolpan Işın Taner’in “hassasiyetlerine” kendilerini yakın buluyorlardı. Yukarıdaki endişelerimi dile getirmeme sebep olan temel fikir bu oldu.
Acı ama gerçek. Dindarlara, farklı olana, kendisi gibi düşünmeyenlere yönelik CHP’li tabanda geliştirilen nefret dili o noktaya vardı ki bu kadın tesadüf değil. Onun âdeta ruh ikizi olabilecek potansiyelde binlercesi var.
Asıl tehlikeli olan bu. 4 yaşındaki minicik bir kız çocuğunun ailesine bakılarak, ileride AK Partili olabilme ihtimaliyle tacize uğramasını destekleme, bunu da “Yılanın başını küçükken ezmelidir” diye rasyonelleştirme sapkınlığı acaba kolektifleşir mi?
Amerikalı sosyal psikolog Stanley Milgram’ın çoğumuzun bildiği 1963 yılındaki o ünlü “İtaat deneyi” zaten bize bunun cevabını veriyor.
Çünkü itaat deneyleri “Sıradan bir insanın masum olduğunu bildiği bir başka insana şiddetli acılar yaşatmak için insan doğasına uygun olmayan eylemlere yönelebilir mi?” sorusunun cevabını arıyor.
Deney odasında belli bir eğitim sürecinden geçen sıradan insanlar öğretmen görevini üstlendi ve onlara her hatada öğrenci rolündeki bireye elektrik şoku uygulama izni verildi. Öğretmen rolündekiler yönergelere uyarak 450 volta kadar çıktılar bu deneyde. Katılımcılar öğrenci rolündeki kişi kalp rahatsızlığı olduğunu söylese de şoka devam ettiler.
Daha sonra kendileriyle görüşülen “Öğretmen” denekler şöyle dediler:
“Olayın olumsuz sonuçları beni ilgilendirmiyor. Ben verilen görevi yerine getirdim ve işimi yaptım. Asıl sorumlu komutu verenlerdir”
Arjantin’de ele geçirilen ünlü Nazilerden Eichemann da Kudüs’teki yargılaması sırasında da aynı cümleyi sarf etmişti:
“Ben görevimi yaptım. Bu benim işimdi ve yapmasaydım itaatsizlik etmiş olacaktım”
Davayı baştan sona izleyen ünlü yazar Hannah Arendt daha sonra yazdığı kitabın adını bu yüzden “Kötülüğün Sıradanlığı” koymuştu.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.