"Gittim, aldım, döndüm!.."

A -
A +

Galatasaray Başkanı Ünal Aysal ve "futbol ile ilgili" yöneticileri dahil herkes iyi bilmeli ve ona göre adımını atmalıdır; Forlan + Reyes + Ujfalusi, hiçbir zaman "bir Arda etmez"; hele hele Valencia'nın "Fenerbahçe'nin almak istediği" Mehmet Topal'ın bonservisi için "30 milyon euro fiyat biçtiği" bir transfer pazarında!.. Aysal, eğer Chelsea'nin, "teknik direktörlüğe Hiddink'i getirdikten sonra" Arda'nın bonservisine "15-20 milyon euro vererek transfer edeceğini" düşünerek "üç Atletico Madrid'liye parayı bastırıp" bu transferleri gerçekleştiriyorsa, teorideki "Galatasaray'ın düşmanı Galatasaraylılardır" sözünden sonra, pratikte de "en büyük gafını yapıyor" demektir!.. "Çok iyi bir iş adamı olduğu için" şu sorumu iyi anlayacaktır: Bıraktım, Fatih Terim'in elinde ve yönetimindeki bir Arda'nın sarı-kırmızılı takıma yapacağı büyük katkıyı bir tarafa, Galatasaray Kaptanı, "sakatlıklarla boğuştuğu ve doğru dürüst futbol oynamaya fırsat ve imkân bulamadığı" bir sezondan sonra mı "daha iyi para eder", yoksa Başkan'ın ve yönetimin kurmayı düşündükleri ve kuracakları "yıldızlarla dolu" ve de "geçmiş sezonlardan çok ama çok daha güçlü" bir ekipte forma giyeceği bir sezondan sonra mı?.. Gelelim "dün bu satırları yazdığım sırada" kulüpleriyle anlaşmaya varılan ama "kendileriyle görüşmelerin devam ettiği" üç Atletico Madrid'li oyuncuya; gelirlerse, elbette Galatasaray'a hem "tribün, reklâm, kombine ve aksesuar- forma satışları" itibariyle "çok yarar getirecekleri", hem de "futbol" olarak da büyük katkı sağlayabilecekleri ortada; ama Galatasaraylıları "asıl" mutlu eden bir gerçek daha var; o gerçeği de, başta Aziz Yıldırım ve "kankası" Adnan Polat olmak üzere herkes düşünsün: "Ünal Aysal farkı", işte burada; tıpkı Anadolu'da Zile yakınlarında Pontus Kralı'nı mağlup ettikten sonra "Geldim, gördüm, yendim (Veni, vidi, vici)" diyen Sezar'ı hatırlatıyor; "Gittim, aldım, döndüm!.." Hayret ediyorum, susup "kendini uzun süre kaybettirmesi gereken" Adnan Polat hâlâ konuşuyor ve konuştukça da batıyor; yoksa, kendini "Galatasaray'dan ihraç ettirmeye" mi uğraşıyor; vah ki, ne vah!.. "Büyük takım" nasıl olunur?.. Sevgili Ahmet Çakır, Galatasaray Basketbol Takımı'nı örnek gösterip "futbol takımının iyi yönetilmediği için başarılı olamadığını" belirterek diyor ki; ".. Keşke kaleci dışında bu transferlerin hiçbiri yapılmasa! Çünkü Galatasaray'ın kadrosunun yetersizliği sadece bu tür basmakalıp laflarla futbolu açıkladığını sanan arkadaşlarımızın uydurması. Mart'taki milli maçlara Cim Bom 12, oyuncu gönderdi. Son Belçika maçında da milli takımın temelini Galatasaray oluşturuyordu. Bu mu yetersiz takım!" Aynanın sevgili Çakır gibi sadece "bu" yüzüne baksak bile, "Papaz her zaman pilâv yemez, uzun süren basketbol liginde ne oldu" diye sormamız mümkün ama, diyelim ki sormadık ve ona hak verdik; ama "acaba" aynanın arkası-altı-üstü yok mu?.. Mesela benim aklıma hemen üç soru geliveriyor: Bir; "Mevcut takım Aslantepe'de kaç kombine sattırır, kaç formayı, aksesuarı cazip hâle getirir, tribünlere kaç seyirci toplar?.." İki; "Galatasaray Basketbol Takımı, yeni sezonda şampiyonluk bekliyorsa, bu takıma kaç tane yıldız oyuncu transfer edecek, yaşayıp görmeyecek miyiz?.." Ve de "asıl" üçüncü soru: "Galatasaray'ın temelini teşkil ettiği milli takım, Belçika karşısında hezimetten zor kurtulmamış ve son yılların en kötü futbolunu sahaya getirmemiş miydi?.." "Devrilen çam" başlangıcı!.. Futbol Federasyonu Başkanlığı için "resmen" adaylığını açıklayan Mehmet Ali Aydınlar ve Göksel Gümüşdağ için, "ortadaki tuhaf tablo" ve "hemen başlayan sert tartışmalar" yüzünden çarşamba günü "Yaralanan başkan adayları" başlığı ile bir yazı yazmıştım. Ertesi günü "yaralı" başkan adayları "kapalı kapılar arkasında yapılan" görüşmelerden sonra birleştiklerini ve seçime beraber gideceklerini açıkladılar. Önce güldüm, sonra da "Daha baştan hem de ağır yaralanmış iki başkan adayından sağlam bir federasyon çıkar mı" diye de düşünmeye başladım; inşallah ben yanılırım da "futbolumuza huzur gelir!.." Gelir mi; Mahmut Özgener Başkan'ın "çok geç de olsa" açık açık söylediği şekli ile "egolarını, kişisel hırs ve beklentilerini bu güzel oyunun üzerinden çekmeyenler ve de bu güzel oyunu perde gerisinden yönetmek isteyenler olduğu" sürece "kavga" bitmez ve "iki ağır yaralı başkan adayı ile başlayan" süreç de, bu kavgayı bitiremez!.. Hele hele sevgili Ercan Güven'in dünkü "Dakika bir gol bir" başlığı ile yazdığı yazıda altını önemle çizdiği bir gerçek var ki, işte "orada" uzun uzun durup düşünmek gerek; Mehmet Ali Aydınlar'ın, birleşme toplantıları bitiminde, "Bundan sonra çıkacak adaylar futbola zarar verir" demesi!.. Buyurun yandan yakın; "bu zihniyet mi yönetecek" Türk futbolunu?.. Şimdi ben de desem ki; "Bu mantığa da, akla da, demokrasiye de aykırı" sözleri söyleyen, adeta "işaret ve tayin edilmiş" tek adayla başlayacak süreç, "futbola zarar verir"; haksız mı olurum?.. Sevgili Güven, "bu söz" üzerine "çok haklı olarak" öyle "çarpıcı ve ağır" sorular soruyor ki, hemen bir paragraf önceki sorumda "haksız olduğumu" düşünemiyorum; Aydınlar öyle bir çam devirdi ki, görev süresinde, ayağı sürçtüğünde hep yüzüne vurulacak; çok yazık!.. Hep yazıp geliyorum ya, bu büyülü "ishâl-i kelâm hastalığı" yok mu, ramp ışıklarına çıkanların tutulmaması galiba mümkün değil!.. Cüneyt Çakır!.. Cüneyt Çakır, son yıllarda "Türk Futbolu'nun en büyük başarısıdır"; onunla ne kadar övünsek azdır!.. Türkiye'de hakemlerin karşılaştıkları zorlukları, engellemeleri, imkânsızlıkları yakından bilen bir gazeteci olarak onu alnından öpüyor ve bir Türk olarak teşekkür ediyorum; "Sağ ol, varol!.." Huzura hoş geldin, Başkan!.. Mahmut Özgener, beklenenden önce "veda etti"; veda konuşmasının son bölümü, William Shakspeare'in ünlü eserlerindeki kahramanlarının tiratları ile yarışacak kadar etkiliydi; TV başında gözlerim nemlendi!.. "Ani bir ölüm üzerine" beklenmeyen ve kendisinin de beklemediği bir zamanda iş başına geldi, Disiplin ve Tahkim Kurulları kararları arasındaki "büyük ve önlenemeyen" çelişkiler ve de asıl Merkez Hakem Komitesi'nin "çoğu başkanından kaynaklanan" büyük hataları sebebi ile, benimkiler de dahil, ağır eleştirilere maruz kalarak görevini sürdürmek zorunda kaldı, "yapmak istediklerinin önemli bir bölümünü sonlandıramadan" da veda etti!.. Aslında "ustalık dönemini yaşayacağı" ve "daha iyi seçilmiş kurullar ile çalışacağı" bir dönemi daha, "başkan olarak" yaşamalı, projelerini tamamlamalıydı; olmadı!.. "Yaptıkları için" ona teşekkür borçluyuz ve ediyoruz; temiz yüzünü, dürüstlüğünü, "adam gibi" adamlığını, beyefendiliğini unutmak mümkün mü?.. Şimdi İzmir'de ve ailesiyle beraber "huzur içinde yaşamaya devam edecek"; gerisini "yeni gelenler" düşünsün!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.