"Seni bir daha Gülşah’ın peşinde görmeyeceğim!"

A -
A +
Meyve ağaçlarının sonundaki duvara dayalı tahtaya tırmanırken, yakaladı Erkara'yı.
 
 
Ay ışığında iyice belli olan adamın ardı sıra yürüdü. Köşke ve pencerelere yoğunlaşmasından dolayı, yaklaştığını hiç duymuyordu. Sessizce elini uzattı, dokundu. Hesapta olmayan bu dokunuştan fena hâlde ürktü. Korkuyla geriye döndü. Arkasında kocaman kılıcıyla bir yiğidi görünce de alabildiğine kaçmaya başladı. Gülşah, peşini bırakmadı. O koştukça, bu kovaladı. Meyve ağaçlarının sonundaki duvara dayalı tahtaya tırmanırken, yakaladı. Gayet kuvvetliydi. Keskin kılıcını gırtlağına dayadı. Erkara, karşı koyma imkânı olmadığını anlayınca yalvarmaya başladı.
- Ey yiğit delikanlı! Hata ettiğimi biliyorum!.. Söz bir daha yapmayacağım!.. Beni, buralarda kimse bir daha görmeyecek!..
- Sana, el âleme kan kusturmanın ne demek olduğunu göstereceğim! diyerek dişlerini sıktı. Zavallı duruma düşen bu haddini bilmezi, yaka paça daha karanlık köşeye sürükledi. Kuşağından çıkardığı ucu sivri hançerle alnının ortasından burnunun üzerine doğru bir çizgi çekti. Kanlar bir derecik oluşturarak burnunun ucundan yere akmaya başladı. Erkara, korkusundan bağıramıyor, ne yapsa da kaçıp kurtulamıyordu. Eğildi, ayaklarının bastığı yeri öpmeye kalkıştı. Gülşah, hiddetlendi;
- Kalk be şerefsiz! Bir Türk beyine yakışır mı el etek öpmek? Sen ne şahsiyetsizmişsin meğer? Bir daha seni, Gülşah’ın peşinde görmeyeyim! Doğan Bey bana emanet etti. Gölge gibi takip edeceğim. Eğer görür, duyar ve işitirsem hiç acımam delik deşik ederim o zaman!..
- Söz!.. Yiğidim, söz!..
Gülşah, zorla çekti, kaldırdı. Uzun bıyıkları akan kanlarla yapış yapış olmuş, çirkin yüzü daha bakılmayacak hâl almıştı. Biçare, yüzünü elleriyle örterek sakladı. Koşuşturmada, sırtındaki elbisesi de yırtılmıştı. Sesini iyice kalınlaştıran Gülşah;
- Defol!.. diye gürledi. O anlı, şanlı adam, süklüm, büklüm sıvıştı hemen.
- !!!
Dikenlere, taşlara aldırmadan kedinin ağzından kurtulmuş tarla faresi gibi kayboldu, gitti, geldiği yere doğru.
Usulca köşkün arka kapısından odasına süzülürken Gülşah; “Maalesef öyle bir dünyadayız ki, büyükleri küçükler, zenginleri fakirler, kuvvetlileri zayıflar, güzelleri de çirkinler çekemiyor. Sen, adı gibi ruhu, kalbi de kara olan adam, Doğan Beyimi ve beni çekemiyorsun değil mi?.. Namertten vefa, zehirden de şifa beklemediğimi iyice kafana koy, budala herif!” diye söyleniyordu kendi kendine…
          ***
Erkara, bu beklemediği hadise karşısında şoke olmuştu âdeta. Nereden geldiği belli olmayan bir grup silahlı delikanlının hışmına uğradığını, tuzağa düşürüldüğünü, fakat hepsine de gereken, hak ettikleri cezayı verdiğini, onca saldırganın arasından ufak bir çizikle kurtulduğunu anlattı görenlere.
Mutlak bir ölümden dönmüştü. Cesareti, gücü, kuvveti olmasaydı şimdi tahtalı köyde olacaktı. En büyük hayıflanması ise düşmanlarını tanıyamamasıydı. Hepsi de korkularından yüzlerini kapatmıştı. “Eğer erkek olsalardı, tek, tek ve kim olduklarını saklamadan karşıma çıkarlardı” diyor. Onlardan intikam alamayacağı için de hayıflanıyordu... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.