Sinemacılar PKK ve terör destekçilerinin memuru mu?

Sesli Dinle
A -
A +

“Sanatçı ister sola eğilimli olsun ister sağa eğilimli, ister liberal olsun isterse mütedeyyin dünyanın değer ve duygu dünyasından esinleniyor olsun, kimse rejimin memuru değil. Olamaz. Olursa artık sanat icra ediyor olmaz. İş adamı olur.”

 

Altına imza atacağım bu sözler, Habertürk’ten Nihal Bengisu Karaca’nın önceki günkü yazısından.

 

Karaca bu yazıyı Boğaziçi Film Festivali’nde “Karanlık Gece” adlı filmiyle en iyi yönetmen ödülünü kazanan Özcan Alper’in “Bu ödülü barış dediği için tutuklanan Şebnem Korur Fincancı adına alıyorum” demesi üzerine salonda bulunan Aktör Burak Haktanır’ın “Barış dediği için değil, TSK’ya iftira attığı için tutuklandı o kadın” itirazıyla patlayan tartışmadan yola çıkarak kaleme almış.

 

Yazısının elle tutulur tek bölümü de zaten bu.

 

Geçmişte kültür sanat çevrelerindeki sol görüş tahakkümü nedeniyle politik nedenlerle Sinema Yazarları Derneği SİYAD’dan kovulduğunu hatırlatan yazar, en başında bunu kendi nesnelliğinin “delil”i olarak sunuyor.

 

Yazısında buna benzer “Siyaseten doğruculuk” anlamına gelen pek çok cümlesi var. Belli ki Özcan Alper ve onun arkasında hizalanan beyinsizlerin gözüne girmek için eline altın bir fırsat geçtiğinin ayrımında.

 

İktidarı destekleyenlerin ve Altılı Masa’da olmayan tüm muhaliflerin şiddetle kınadığı Şebnem Korur Fincancı’ya adanan bu ödülü alan Özcan Alper de tepkilerin odağında bir isim oldu doğal olarak. Ama anlaşılır nedenlerle Özcan Alper’i eleştirenleri eleştirme görevini de Nihal Bengisu Karaca üstlenmiş ve sırf Burak Haktanır’a destek verdikleri için iktidarı da aşağıdaki sözlerle ağır biçimde suçlamış:

 

“Ancak bugün geldiğimiz noktada daha farklı bir şey var. Bugün gördüğümüz, sanatı rejimin öncelikleri karşısında diz çökmeye zorlayan devletçi bir küntlük”

 

Herkes istediği gibi iftira atsın, yalan söylesin, terör destekçilerine ödül verilsin, ödül törenlerinde teröristlere ödüller ithaf edilsin ama kimse eleştirmesin. Neden? Çünkü “demokrasilerde” böyle olur! Yoksa devletçi küntlük!

 

Kafa bu.

 

Türkiye’de iyice anlaşılması gereken bir husus var.

 

Bu ülkede nefret suçu, ırkçı aşağılama ve hakaret dışında politik gönderme yaptı ya da bırak göndermeyi, doğrudan hedef aldı diye bir sanatçının, edebiyatçının başına bir şey geldiği vaki değil.

 

İnsanın yüzü kızarır bunları yazarken.

 

Daha geçen Antalya Film Festivali’nde Emin Alper’in 9 ödül birden toplayan Kurak Günler adlı filminin en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü alan Erol Babaoğlu çıktı “İçinde bulunduğumuz karanlığa karşı mücadelemiz Gezi’deki gibi devam edecek” dedi. Filmin yönetmeni de benzer muhalif söylemlerle konuştu. Ama ilginç olan şu ki bu filmi Karaca’nın ağzına geleni söylediği iktidarın Kültür ve Turizm Bakanlığı parasal olarak desteklemişti. Biz eleştirdik tabii ama iktidardan Allah’ın bir kulu da çıkıp tek kelime etmedi misal.

 

Nihal Bengisu Karaca, Davutoğlu ve Babacan ile yol arkadaşlığına başladığından beri yıllarca Aksiyon aldığı dergideki eski alışkanlığıyla kavramları eğip bükmeye, olayları tahrif edip bağlamından kopardıktan sonra soğutucuda hazır beklettiği cümleleri birkaç süslemeyle yeniden servis etmeye bayılıyor. Burada da aynını yapıyor ve gerçeğin üstünü örterek dolaylı bir biçimde yalana ortak oluyor.

 

Ben bu yazıda, neden-sonuç bağlamından kopuk, sapla samanı birbirine karıştıran, siyaset-sanat ilişkisini doğru kavramamış, uluslararası tuzakların ülkemizdeki atraksiyonlarından habersizmiş gibi davranıp kendisini cam fanusa kapatan bir yazar portresi gördüm. Karaca, 2012’ye kadar “Cemaat”in yayın organlarında yazdıktan sonra AK Parti iktidarı Cemaat’le (FETÖ) kavgaya başladığında Habertürk’e yönlendirilmiş bir isim. Bu tayin, onun AK Parti ile “gönül bağı”ndan tedrici kopuşunun da başlangıcı oldu. Bugün Altılı Masa interlandında, kendince nesnel kalıp benim itiraz hakkıma ve eleştirilerime tahammül edemedikleri için aralarından ayrıldığım sol faşizme yanlamaya çalışan bir yazar profili çiziyor.

 

Bir kere daha tekrar edelim:

 

Alper Özcan, TSK’ya “Öldürülen PKK’lılara kimyasal silah kullanıldı” iftirasını atan Şebnem Korur Fincancı’ya ithaf ettiği ödülünü alırken “Barış dediği için tutuklandı” dedi. YALAN söyledi. Barış dediği için değil, ahlaksızca çamur attığı için tutuklandı.

 

Küresel Çete’nin istihbarat örgütlerinden Alman BND, Irak’tan kendisini Kimya Mühendisi olarak tanıtan Refid Ahmed Elvanel-Cenabi isimli ruh hastası ve sahtekâr birini muhbir olarak devşirmişti.(*) El Cenabi, Irak’ta kimyasal silah fabrikalarının olduğunu söylüyordu. Nihal Bengisu’nun çok sevdiği “özgür” ABD medyası da bu yalanı bol bol servis etti. Önce batı kamuoyunu oluşturdular algı yönetimi ile ardından ABD bu yalan üzerinden inşa edilen bir süreçte Irak’ı işgal etti. Sonuç ortada. Sonra da geçen yıl ölen ABD Savunma Bakanı Colin Powell, egzajere ederek yazıyorum, “Ay çok pardon kimyasal silah yokmuş, bizim CIA’cılar BND’ye inanıp uydurmuşlar, yani hep böyle şakalar yapıyorlar” dedi.

 

Kimse politik olduğu için suçlanamaz.

 

Sinema sanatçısı hayatı anlatırken bile politiktir.

 

Ama sinema sanatçısı da ahlaklı da olmalıdır. Cinsel ahlaktan bahsetmiyorum. O tamamen kişisel. Sözün ahlakından bahsediyorum.

 

Vatanına, üzerinde yaşadığın topraklara kıymet vermekten ve terörizmin bir insanlık suçu olduğunu kabul etmenin, bunu söyleyebilme cesaretinin ahlak ve erdemin bir göstergesi olduğundan söz ediyorum.

 

Skype ile yayınına katıldığı PKK kanalında (Bu ayrı bir suç) ekrandan gördüğü bir videodan TEŞHİS koymanın bilimsel ahlakla ilişkisinin olmadığını, yukarıda anlattığım küresel ölçekteki hainliklere SEBEP bulma niyeti taşıdığını, Özcan Alper ve yanaklarını şişire şişire “Eril şeyler” zevzekliğini alkışlayan Merve Dizdar gibilerin neden anlayamadıklarını da ben anlamıyorum.

 

Özcan Alper biliyor ve istiyor olabilir ama Nihal Bengisu’nun çok sevdiği Batı demokrasilerinde bu tür sözlerin ve eylemlerin ağır yaptırımları vardır. Türkiye’de yoktur ilginç biçimde. Envanterinde şimdiye kadar bu tür silahı bırakın madde bile bulundurmamış TSK’ya böyle alçakça ve ahlaksızca yalanla iftira atmanın tek sebebi var. Artık tükenmekte oldukları ve tek tek ya da yuvalandıkları yerlerde yok edildikleri için kimyasal yalanıyla uluslararası kamuoyunu harekete geçirip Türkiye’ye müdahale edilmesinin zeminini oluşturmak. Şebnem Korur Fincancı önceki eylemleri ve söylemlerinden anlaşıldığı üzere taammüden bu kumpasa dâhil olmuş görünüyor.

 

Kararı yargı verecektir kuşkusuz ama PKK teröründen yıllardır acı çeken bu ülkenin insanları, şehit ve gazilerimizi hatırlayarak bu kumpası sineye çekmeyecektir.

 

Nihal Bengisu Karaca, yazısında dolaylı olarak Burak Haktanır’ı ve ondan ilham alıp bundan sonra itiraz için seslerini yükseltecekleri şu sözlerle tehdit etmiş ilginç biçimde:

 

“Öz güven tutulması yaşayıp aldıkları tebrik telefonları ile daha da gaza gelecek olanlar, ödül törenlerinde ortalara düşmeden önce bunu şöyle bir akıllarına getirsinler diye düşünüyorum.”

 

Kısacası Nihal Bengisu tıpkı izlediği altılı masa siyasetçileri gibi gerçeğin bir kısmını alıp o yanı üzerinden sörf yapıyor edinilmiş cümlelerle. Üstelik politik bağlamından ve olası uluslararası sonuçlarından tamamen soyutlayarak yapıyor bunu.

 

Kendi tercihidir, “İş adamlarınızın da tüm kariyerlerini toplasak Özcan Alper’in bir Sonbahar’ı etmez” dediği “Sonbahar” filmini çok beğenmiş. Ben de izledim. Estetize edilmiş terörist övgüsü. Yıllarca cezaevinde kalmış ve "açlık grevleri"ne yatmış bir gencin, ölümcül bir hastalığı nedeniyle serbest bırakılması ve Çamlıhemşin-Fırtına Vadisi'ndeki köyüne, yaşlı annesinin yanına dönmesi… PKK ve DHKP-C gibi terör örgütlerinin devşirdiği ve hayatlarını çaldığı genç insanların insani niteliklerini öne çıkarıp onların haksızlığa uğradığı fikrini alttan alta işlemek bu ülkede terörden canı yanmış insanlara haksızlık. Can alan cezasını çekmezse adaletten söz edilemez. Adalet ise adı üzerinde adil olmalı, bu ayrı tartışma konusu. Ama "açlık grevleri"nde neler olduğunu anlamak için Nihal Bengisu gibi yeni tür tatlı su muhaliflerinin daha farklı okumalar yapması gerek. Misal PKK’nın içinden çıkan Aytekin Yılmaz’ın kitaplarından başlayabilir.

 

Bu arada AİHM kararlarına hiç girmeyelim. Çünkü İspanya Anayasa Mahkemesi Katalonya’daki terörist ETA destekçisi Heri Batasuna partisinin “ETA’nın şiddet eylemlerini kınamamasını” bile suç saydı.

 

HDP’yi düşünün siz. AİHM de bunu onadı.

 

Başa gelelim.

 

“Sinemacılar rejimin memuru değildir” diyor Nihal Bengisu Karaca. Sonuna kadar katılıyorum.

 

Ama PKK’nın ve terör destekçilerinin de memuru olmamalılar.

 

Karaca gibiler de onlara tepki gösterenleri eleştirmeye kendini memur tayin etmemelidir.  

 

Başka sözüm yok hâkim bey.

 

.....

 

(*)Yüzyılın seçimi ve yerli el-Cenabigiller
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/fuat-ugur/yuzyilin-secimi-ve-yerli-el-cenabigiller-632559

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.