Kırılan cam sesleri üzerine, başlar o tarafa çevrilmişti!..

A -
A +

Bahçeden içeriye bakan parmaklıklara dayanmış Doktor Nefise Hanım hiçbir şey olmamış gibi gülümsüyordu hâlâ. 

 

 

 

Tanju’mun kolunda, yemek yiyeceğimiz büyük salonun kapısı önüne geldiğimizde hepten heyecanlanmıştım. Havası, gece olmasından mı ne ağırdı; kristal avizelerden sağanak sağanak dökülen altın kızılı ışıklar, büyüleyiciydi. Gözler oturacağımız masadan bize, bizden masaya doğru gidip geliyordu.

 

Hizmet eden hanım gümüşlükten bir şey alırken düşürmüş olmalıydı ki “Ah!” demesiyle irkildim. Kırılan cam sesleri üzerine, başlar bu sefer o tarafa çevrildi gayr-i ihtiyari. Bahçeden içeriye bakan parmaklıklara dayanmış Doktor Nefise Hanım hiçbir şey olmamış gibi gülümsüyordu hâlâ. O zaman kim bilsin hangi hâtıralarına dalmıştı? Bir yolunu bulup sorduğumda Almanya'yı, dedesinin fabrikasını, çimenli bahçesinde koşup düşmesini, yağmurdan sonra su birikintilerinde oynamasını, usta önlüğüyle meyve ağaçlarının altında duran gülen babasını hayal ettiğini, yeni bu diyarda görmüş olduklarıyla mukayese edip “Elhamdülillah! Nereden nereye geldim?” dediğini, hamd ve şükürler ettiğini anlatmıştı.

 

Salondaki misafirlerin dinmeyen heyecanı ve gündüzmüş gibi ışıl ışıl aydınlık, o zamana kadar bir sır gibi sakladığı mazisini, bütün hayatını zihninden siliyordu. Neredeyse yaşadıklarından şüphe edecekmiş gibiydi Doktor Nefise. O, bedenen buradaydı, fikren kim bilir nereleri dolaşıp duruyordu?

 

Salonun ortasında büyükçe bir masa ve çevresinde bütün hane halkı sıralanmıştı. Yalnız iki sandalye boştu. Belli ki bunlar mühimsedikleri için ayrılmıştı.

 

Şoför Ali sağ elinde tuttuğu koyu kahverengi dondurmasıyla meşguldü. Her ısırdığında, gözlerini yarı yarıya kapatıyor gibi yapıyordu “Muzip çocuk...” dedim elimde olmadan.

 

     ***

 

Akşam yemeği de çok güzel oldu. Her şey itinayla hazırlanmıştı ve pek lezzetliydi. Bilhassa benim pek sevdiğim yemekler, tatlılar tercih edilmişti yine. Kimin aklına gelirdi bu kadar inceliği bir arada düşünmek? Ancak Tanju’mun. O “Ben yok, Jale var…” mantığıyla hareket ediyordu. Bu da ona olan borcumu artırıyordu. Yapılanlar her ne kadar kendimi mahcup hissetmeme sebep olsa da onun öyle bir derdi olmadığı apaçık belliydi. Bu durum, sınırsız olan muhabbetimi daha ziyadeleştiriyordu. “Adam gibi adammış Tanju ve Nefise Doktor’um…” demeden edemiyordum.

 

Doktor Nefise Hanım, konuşmak için can atıyordu. Uzunca boylu, selvi endamlı, hoşsohbet, maharetli, edep timsali, hayırsever, cömert, müşfik bir hanımefendiydi her şeyden önce. Duruşunda herkesin kolay görebileceği bir vakar, yürüyüşünde, oturuş ve kalkışında hürmet uyandıran bir hâl ve hava vardı. Bu duru, masumluk ve cana yakınlık; meslektaşları arasında olduğu gibi gittiği her yerde bilhassa hanımlar arasında sevilip sayılmasına sebep oluyordu. Hastaları ve hasta yakınları, evi, mutfak ve düşkünlere hizmet işleri, en mühimi de pek çalışkan, evinin direği müstakbel hayat arkadaşı ile ömrü tertemiz su misali akıp gidiyordu…

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.