Komşumuzun acısının alâkadar etmediği günlere geldik!..

A -
A +

Parası olan gezegenlerde yer ayırtıyor ama en yakınımızdaki komşuları tanımadık, tanıdıklarımızı da unuttuk...

 

 

 

Mektuplar yazdırılırdı eskiden biz çocuklara, sonra beklerdik postacıyı ne zaman cevap gelecek diye. Ne mektup ne kalem kaldı, ne de ar edep! Artık dünyanın bir ucuyla görüntülü konuşmalar aldı yerini. Neredeyse uzaya komşu olduk... Parası olan gezegenlerde yer ayırtıyor ama en yakınımızdaki komşuları tanımadık, tanıdıklarımızı da unuttuk. Aynı apartmandan birbirinin yüzene bakmayan insanlar çoğaldı ayrık otu misali. Yine aynı binadan cenaze çıksa “Hay Allah kimdi acaba?” desek de eğlenmemize devam ettik. Komşumuzun acısının bizi alâkadar etmediği günlere geldik.

 

Kuzine sobalarımız vardı eskiden, üstünde çıtır çıtır kestane pişen, dilimlenmiş patates, ayva kızartılan, yemekler yapılan. Taze ekmek kokusu ile uyanırdık soğuk karlı kış sabahlarında, yanında bakır tavada kırılmış yumurta olurdu çoğu zaman… nasıl da mesut ve bahtiyardık o günler.

 

Bütün aile bir arada aynı sofrada yemek yemek tarih oldu. Şimdi fast foodlar, kimi bilgisayar başında, kimimiz ayrı ayrı odalarda tek başına yenilen yemeklerin tadı tuzu kaçtı hepten. Yani eskidendi unutamadığım bütün güzellikler. Diyorum ki: “İyi ki yaşadık o günleri, iyi ki saf, tertemiz olduk, iyi ki kendi hayallerimizi kurduk, iyi ki bu devire kalmadık!”

 

 

 

Herkes iyi bilir ki, kim ekerse o biçer,

 

Ekmeden ürün uman, havasın alır geçer.

 

          ***

 

İnsanoğlu hisleriyle yaşıyor… Hissiyatımla ancak insan olmanın derinliklerine ulaşabiliyordum. Hiçbiri de bana “acı çekeyim, üzüleyim” diye verilmemişti. Ömrüm boyunca yaşadıklarımı yazmamdaki maksadım; bütün okuyucularıma, yaşlı genç cümle hepimize “şifa olsun” diyeydi. Mazimle hemhâl olurken pişmanlıklarım, isabetli kararlarım, zayi olmuş günlerim tek tek önüme gelip sıralanıyor, bu birbirine karışmış hayatımın acı ve tatlısını yeniden yaşıyor, tövbe ediyordum her fırsatta.

 

Bazen öyle şeylere üzülüp ağlamıştım ki şimdi aklıma gelince onlara gülüyorum. Çoğu, beni bir yere taşıyamamıştı acı vermekten maada… Üzülmeyi hak ettiğim bir durumda oturup ağlıyordum sadece. En kuvvetli silahım her daim gözyaşlarım olmuştu. Davetsiz misafir olarak gelen dert, belâ ve musibetler mutlaka nimetti, farkında olmadan olgunlaştırıyor, ruhumu iyileşiyordu da işin kadir kıymetini bilemiyordum. Hakikatin farkında değildim mâneviyat eksikliğimden.

 

İlk evim için yaptırdığım perdelerin tamamı neredeyse bir karış kısa kesilmişti. Bunlar için döktüğüm gözyaşlarımın haddi hesabı yoktu! Günlerce kahretmiştim yapana, yaptırana. Uzun olsaydı bir çare bulabilirdim ama kısa kesildiği için maalesef elimden bir şey gelmemişti. Her gördüğümde üzüldüm ta ki iflâs edip elden çıkana kadar.

 

Tanju için yazdığım ilk metninin bilgisayarımda silinmesiyle yaşadığım üzüntümü anlatmama kelimeler kifayetsiz kalır. Kafesinden kaçan kanaryama, bir sokak köpeğinin boğarak öldürdüğü kedime döktüğüm gözyaşlarımı geri getiremiyordum.

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.