"Hiddetlenmeyin beyzadem Gülşah senin olacak…"

A -
A +
"Sen canına susadın belli ki! Yaptığın büyüler işe yaramazsa, ne olacağını biliyorsun değil mi?.."
 
 
İyice yakınına gelinceye kadar kimseleri fark etmedi yaşlı büyücü. Belli ki, kulakları da uzun senelere yenik düşmüş, dış dünyaya kapılarını kapatmıştı. Ancak yüksek sesleri işitebiliyordu.
Aşır’ı görünce sevindi. Boynuna sarıldı. Erkara’ya da başıyla selam verdi. “Hoş geldiniz.” mânâsında el işareti yaptı. Kara, isli, dumanı tüten ocağa kadar gitti. Aşır ve Erkara arkasından bakıyor, ne yapacağını merak ediyorlardı. Daha bir şeyler sormadan her tarafı kalın kurum kaplamış, bir kuzuyu komple pişirebilecek kadar büyüklükteki kazanın içine bir şeyler attı. Fazla vakit geçmeden de kırmızı dumanlar çıkartarak fokurdadı. Köpükler kazandan aşağı baloncuklar çıkararak akmaya başladı.
Misafirler şaşkınca bakıştılar.
Burası, kocaman bir oda büyüklüğünde mağaraydı. Devamlı yanan ateşten dolayı her taraf zifiri siyahtı. Mağaranın dip kısmında kuru otlardan yapılmış bir şilte, oyuklarda muhtelif meyve, sebze dolu sepetler, inceli, kalınlı demir çengeller, irili, ufaklı kazanlar dikkati çekiyordu.
Neden sonra kendini toplayan Erkara, Lolo’ya yaklaştı.
- Bana bak büyücü!..
Aşır ileri atıldı.
- Kızmadan söyle ne diyeceksen, dediyse de işe yaramadı. İs tutmuş yakasından yapışıp, tehditkâr bir ifadeyle;
- Sen canına susadın belli ki! Yaptığın büyüler işe yaramazsa, ne olacağını biliyorsun değil mi?..
- Hiddetlenmeyin beyzadem… Neticesini elbet alacaksınız… Gülşah senin olacak… Sizden başkasını görmeyecek gözü… Dahası var; Beyzadem, Beyazıd Paşa’nın damadı, saraya da vezir olacak elbette.
Keyfi yerine gelen Erkara, bir kese altını büyücüye attı. Büyücü yaşından umulmayan çeviklikle keseyi havada kaptı.
- O Doğan Bey denen akıncı da ö-le-cek… Anladın mı?..
- Anladım beyzâdem…
- O ölmezse…
Hançerini çıkarıp büyücüye doğrulttu…
- Kimin öleceğini sen tahmin et artık…
- !!!...
Erkara’nın hırçın tavrı, havayı buz gibi yaptı. Aşır da fazla ileri gidip, bir şey diyemedi. Başını uzaklara çevirip, konuşulanları duymuyormuş gibi, kendi âlemine daldı.
Lolo işin vahametini fazla kavramamıştı. Kuşağına sıkıştırdığı akçeleri düşünerek, yanan ocaktan aldığı ucu alev alev yanan bir dalı, diğer ocağa götürdü. Önceden hazırladığı ağaçları tutuşturdu. Doğruldu. Ellerini beline koyarak keyifle seyretti çatur, çutur yanan çalıları.
Adamların çıkmasıyla mağaranın içinde gezinmeye başladı. İsli kazanların birinden diğerine, birkaç defa gidip, geldi. Kafası tersine çevrilmiş tunçtan havan gibi ağırdı. Karanlıktı. Bomboştu..
Bir ömre bedel, tekfur sarayındaki nazlı nazlı gezinip, el üstünde tutulduğu mutlu seneleri hatırladı. Aydınlık, temiz odalar, ipekli giysiler içindeki gençliğini hayal etti. O muhteşem yıllarla, bu içinde bulunduğu sefaleti mukayese etti. Doğu ve batı kadar birbirine ters, su ve ateş kadar zıt iki âlemdi. Hâlâ yaşıyordu. Ölüm onu unutmuştu sanki!.. Kaç senedir kurt, kuş da uğramamıştı. Yalnızlıktan korkuyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.