Üç genç kız şaşkınlıkla birbirlerine bakıştılar!..

A -
A +
Kızlar, Hüsnâ Ana’yı da alarak, hep birlikte Matlube Hanım’a gitmeye karar verdiler.
 
İlk defa acizliğini hissetti Dilara. Bu kadar saraya yakın, itibarlı, anlı, şanlı bir Osmanlı paşasının haremine kadar girip, kerimesini rahatsız etmenin affedilecek tarafı yoktu. Doğan Bey’in esir edilmesinden daha tehlikeli olanı buydu.
Bekleşirken dış kapı hızlı hızlı vuruldu.
Şaşkın bir sükun içinde üç genç kız, bakıştı. Dilara, içinde gayriihtiyari bir merhamet sedası duyulan şefkatli sesle.
- Müsaadenizle ben bakarım, deyip, kapıya yöneldi. Kimler gelmemişti ki. Neslihan, Dürdane, Nezaket, Didemşah, Şeydanur, Rüveyda, Zeynep, Fehime Nazlı, Zehra, Reyhan, Handan, Vildan, Büşra, Fatma, Nefise daha niceleri. Hep birlikte Gülşah’ın odasına doluştular.
Doğan Bey’in yiğitliğinden, er-geç düşmanların elinden kurtulacağından, Padişah Efendilerinin onu yalnız bırakmayacağından dem vurdular, rahatlatıcı şeyler söyleyip, güzelliklerden anlattılar, biricik arkadaşlarının meyus olmaması için ellerinden geleni yaptılar. Sonra da Hüsnâ Ana’yı da alarak, hep birlikte Matlube Hanım’a gitmeye karar verdiler.
Matlube Hanım ismi Gülşah’ın ruhunda tarifsiz meltemler estirdi. Doğan’ına yaklaşmakla eş anlamlı, ondan bir parça gibi geliyordu sanki. Yola koyulurken; “Sevinçler paylaşılınca artar, dertler, sıkıntılar paylaşılınca azalır” atalar sözünü bir daha hatırladı, hâllerine şükrettiler. Tarihin derinliklerinden kopup, gelen bu miras, içinde bulundukları durumu ne güzel hülasa ediyordu...
                    ***
Yıldırım Han düşündü. Hakikaten felaket büyük ve de korkunçtu. Doğan Bey gibi bir yiğit, nasıl olmuştu da muvaffak olamamıştı?.. Kâbus’un tek başına başarabileceği bir iş değildi. Mutlaka bir hain vardı içlerinde. Ama kim? Tedbirlerinde, yapılan çalışmalarda yanılıp, yanılmadığını bir daha sordu Evrenos’a;
- Söyle Evrenos’um nerede hata yaptık?
- Sultanım, bütün sebeplere yapışıldı. Lakin…
Daha fazla açıklamada bulunamadı, sustu. Hâlden anlayan Padişah, gün görmüş, muharebe meydanlarını küffara dar etmiş bu vefakâr arkadaşını fazla yormak istemedi. Damadı Emir Sultan’a döndü.
- Emir’im hele bir desene. Bu ne acayip bir musibettir ki, halas olamadık?
- Kavi olmak lazım derim Sultanım.
- Nasıl kavi olurum Emir’im? Ben de etten, kemikten bir insanım. Hâşâ, sümme hâşâ, bugüne kadar keyfimi, rahatımı düşünmedim, bundan sonra da düşünmeyeceğim. Asil, şerefli, mücahid bir milletin vebali omuzlarımda. O koca yükün altında rahat olamıyorum. Elimde değil Emir’im. Bunların üzerine bir de Doğan Bey’imizin esir düştüğünü duyarım, hayıflanırım.
- Dünya meşakkat yeridir Sultanım. Böyle olacaktı, oldu. Sizin ve bizim imtihanımız da bu. Üzerimize düşen, sabredicilerden ve cehd edicilerden olmak.
Molla Fenâri hazretleri söz almak istedi;
- Sultanım!..
- Tamam Mollam! Gayet iyi anladım. Bütün hata ve kusurlar benimdir, diyen padişah, gruplar hâlinde bütün etkili ve yetkililerle günlerce süren müzakereler, müşavereler etti.
Nihayet bu uğursuz insanların yaptıkları, ettikleri hafife alınmadan ve unutulmadan üzerine gidilecek, gereken neyse yapılacaktı. Doğan Bey’in de çok sevdiği Atmaca Nuri Bey emrinde bir ekip kurulması kararlaştırıldı... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.