"Aklım erdiği günden beri hep sizinle oldum Bey'im"

A -
A +
"Doğan Bey’imize bir şey olursa dava yarı kalır diye endişelenirim Bey'im…”
 
Boğa Hasan, endişesini dile getirdi:
“Anlatayım Bey’im. Yirmi beş yaşını geçiyorum. Aklım erdiği günden beri hep sizinle oldum. Beraber ağladık, beraber güldük çoğu zaman. Her işte olduğu gibi bu sefer de en tehlikeli vazifeleri kendine ayırdın. Buna hayıflanırım, buna üzülürüm. Ağzım kurusun. Başına bir hâl gelecek diye korkarım. Kılına bir zarar gelmesi bizi de bitirir biliyorsun. Hiç olmazsa bu sefer, gel bu görevi bana ver! Ben şehitlik şerbetini içersem sizler hedefe Allahü teâlânın inayetiyle rahat ulaşırsınız. Doğan Bey’imize bir şey olursa dava yarı kalır diye endişelenirim Beyim…”
“Konuyu çoktan kapatmıştık sanıyorum” diyen Doğan Bey, gülen neftî gözlerini Atmaca’nın üzerine dikti.
“Atmaca Bey’im sen ne dersin?”
“Hasan kardeşim gibi düşünürüm.”
“Boşuna ısrar etmeyin… Oy birliğiyle emir tayin ettiniz beni. Bir emir kendi menfaatini değil, arkadaşlarının rahatını düşünür. Bu esasa uymaya çalışıyorum. Aksini beklemeyin lütfen. Ama böyle duygular içinde olmanız hoşuma gitti can karındaşlarım. Tıpkı eskisi gibi hem fedakâr, hem vefakârız. Ne güzel!”
Atmaca Nuri, mâziyi seven, bütün güzellikleri geçmişte sanan ve kutsal bilenlerden hiç değildi. Oldukça gerçekçiydi. Onun için an, bu andı. Canından çok sevdiği arkadaşlarına dönerek;
“Malûmunuz sıradan bir iş değil. Sonu hayat da, memat da olsa bir intikam, bir var oluş, yok oluş savaşıdır bu. Belki bir hafta, belki birkaç ay sürer bilemem. Mühim olan neticedir. Ne pahasına olursa olsun Sultan’ımızın emri yerine getirilmelidir. Başka söze ne hacet!”
Anlatırken dudakları titriyordu heyecanından.
Doğan Bey’in her hareketi dengeli ve ahlâkî idi. İdare edenler de, edilen halk, köylüler de onu sever, ulaşılması zor bir dağ, inilmesi imkânsız dipsiz bir kuyu gibi düşünür, kahramanlar kahramanı bilir ve öyle de görürdü. Şimdiye kadar bir kusuru, kabahati, yanlışı ne görülmüş, ne de duyulmuştu.
Arkadaşlarıyla yapacağı işleri tekrarlarken gayretinden dolayı bazen gazaplanıyor, kimi zaman da kederleniyordu haklı olarak. Müslümanlara yapılan aşırı işkenceleri duyması kimyasını bozmuştu âdeta. Gâzi Evrenos Paşa’nın anlattıkları aklına gelince derin iz bırakmış bir matemin gölgesi gibi kanı çekiliyor, yüzü sararıyor, tüyleri diken diken oluyordu. Böyle hiç olmamıştı. Timur Han’dan ve zulmünden bahis açılınca kendini tutamadı yine. Gözleri yerinden çıkacakmış gibi irilendi. Kalbi sanki ağzına gelmişti. Öfkeleniyordu elinde olmadan. Başını dikleştirerek iri güçlü pençeleriyle kavradığı kılıcını birkaç kere havada salladı.
“Bu kılıcın hakkını vermezsem yazıklar olsun bana!..”
Kırların yorgun sükûnetini taşıyan hazin kuş sesleri, derinden gelen irili, ufaklı kurt, çakal ulumaları, ardında köpükler bırakan billur şelale şırıltıları, ıslık çalarak bakır rengi bulutları sürükleyen akşam rüzgârının farkında olan bile yoktu.
Ilık bir sonbahar sabahı başlayan yolculuk, pamuk yığınları bulutların altında devam etmiş ve kazasız belâsız bu yağmur çiseleyen tepeye kadar gelinmişti... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.