Kuvvetlinin zayıfı semirmesi her devirde olurdu işte!..

A -
A +
Çakır Vezir’i konuşturacaktı. Bunun için de padişahın iznini alması şarttı. Nasıl başaracaktı peki?
 
Mehtap, olanca gücüyle karanlığı gümüşî bir aydınlıkla gittikçe ışıtıyordu. “Biraz gezinip iyice düşüneyim…” diyerek Çekirge’nin tenha sokaklarına daldı.
Üryan’a da veda etmeden, habersiz gelmişti. Yapacaklarını söyleseydi belki itiraz edebilecekti. Evden çıkarken de anacığının çok ısrar etmesine rağmen, nereye gideceğini inat edip söylememişti... 
Horasan’dan tâ Bursa’ya sürülenler hakkındaki müşahedeleri tarifsiz nefrete dönüşmüştü. Duyduğu kin, bitmeyecek kadar güçlüydü. Bu hayvandan da aşağı mahlûklar fırsat bulsalar bütün insanlığı ve medeniyetini mahveder bitirir yine de doymazlardı. Kuvvetlilerin zayıfları yiye yiye semirmesi her devirde olurdu. Fakat bunlarınki daha farklı ve dehşet vericiydi. Akla gelmeyecek yollar deniyor, şeytanî fikirler üretebiliyorlardı. Hatta o bölgede en meşhur, geçerli isim ve kişilerin kimliğine bürünerek gizleniyor ve uygun zaman, zemin kolluyorlardı. Düşman bellediklerinin zayıf bir anını bulduğunda da hiç merhamet etmiyor, icabına bakıyorlardı alçakça ve haince. Zalimlerle mutlaka bir muharebeye tutuşmalı, haklarından gelinmeliydi. Bunun için de vakit kaybedilmemeliydi. Onların yüzünden çekmediği sıkıntı kalmamıştı. Dert de, belâ da gelip onu buluyordu her defasında.
Belinin sağ tarafında Doğan Bey’in hediye ettiği çift taraflı kaması, solundaysa Üryan’ın verdiği hançeri vardı. Eliyle her ikisini de yokladı. Hatta çıkardı, bahçelerden sokağa uzanan kurumuş dallardan birini kopararak yonttu. Emin olmasına rağmen yine de keskinliklerini kontrol etti. Mutlaka kötüler kadar cesur olmalı, bir o kadar da fedakârlık yapmalıydı. Cenâb-ı Allah, doğru yolda olana elbette muvaffakiyet nasip edecekti. Bundan zerre kadar da şüphesi yoktu. Yeter ki işi dert etmeye çalışmalı, kararında gevşeklik göstermemeliydi. Aklına bir şey daha geldi. Ne zamandan beri ilk defa tebessüm etti. “Buldum! Buldum! Çakır Vezir’i bülbüller gibi öttürmeliyim. Onun birçok şeyden haberi vardır mutlaka!” Ne yapıp, edip Çakır Vezir’i konuşturacaktı. Bunun için de padişahın iznini alması şarttı. Nasıl başaracaktı peki?
Yanında biri varmış, iki kişi karşılıklı konuşuyormuş gibi yaptı bu sefer de:
“Bilmem ki ne desem, nasıl bir sıfat bulsam?”
“Karşımızda dâhi bir düşman var! Pek dâhi...”
“Gülerler bu benzetmeme…”
“Kim gülecek ki?”
“Şüphesiz herkes… Tanıyan tanımayan bütün Bursalılar.”
“Öyleyse kimseyi devreye sokmadan bu pislikten tek başıma kurtulacağım… Gülşah’ı tek başıma bulacağım…”
“Yanlış anlarlar ve de inanmazlar!”
“Âh, budalalar! İnanmazlarsa inanmasınlar!”
“Evet, bu utancın altından daha fazla ezilmeden kalkmalıyım. Yüz kızartıcı bu durumdan başta Padişah Efendimizi, etkili ve yetkili herkesi ve bilhassa Doğan Bey’e çok şey borçlu olan azgın nefsimi kurtarmalıyım!”
“Sen mi?”
“Elbette ben! Ben! Ben!”
“Allah! Allah! Ya ben kafayı mı üşüttüm ne? Kendi kendime konuşup duruyorum ne zamandan beri!..” diyerek söylenirken mahalle bekçisinin; “Dur!” emriyle sarsıldı. ‘Zınk’ diye çakılıp kaldı olduğu yerde. “Gecenin bu vaktinde ne işin var buralarda?” deseydi vereceği cevabı yoktu.  DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.