Büyüklerimiz boşa söylememişler: Fedakârlık varsa, vefakârlık vardır...

A -
A +
"Böyle delikanlılar, böyle gelinler çıkardığı müddetçe, bu şerefli, asil milletin sırtı yere gelmez!"
 
Gâzi Ahmed Muhtar Paşa:
- Allah! Allah! Durma anlat anlat!
- Bunu, benden başka görenler de vardı Paşam... İki hanımefendi kardeşimiz. Bu gazâya katılan iki Erzurumlu kadın, hayretle konuşuyorlardı yakınımda.
- Yanlış duymadım kadın dediniz, değil mi?
- Evet efendim; kadın! Nene adında bir genç hatun; "Hatîce bacı, bak görüyor musun? Selman Efendinin oğlu Hâfız Osman Bedreddîn Efendi düşmana taş atarken ikinci bir taşı atmak için yere eğilip almasına lüzum kalmıyor! Taş kendiliğinden eline yükseliyor, o da Uruslara atıyor" diyordu. Bu sözü duyunca daha dikkatli baktım. Söylenenler hayal değil hakikatti, aynen doğruydu.
- Bizzat gördün demek!
- Evet Paşam! Hâdiseyi gözümle gördüm. O, yere eğilmeden taş eline geliyor, alıp atınca bir Rus, bir Ermeni, çürük kütük gibi yere yıkılıyordu.
- Fesübhanallah!
- Efendim! Bu kahramanın velî bir zât olduğunu anladım ve kerâmetine şahid oldum. Bu gözlerim nelere şahid oldu, nelere! Rabbime hamd olsun ki bana nasip oldu! Çok bahtiyarım!
Gâzi Ahmed Muhtar Paşa, bu sözleri dinledikten sonra saadetle ve heyecanla sakalını sıvazladı;
- Bre Paşa kardaş, niçün demezsiniz ki bu cenkte üçler, yediler, kırklar, erenler bizimle berâberlermiş. Elhamdülillah! Bu, Rabbimin bize bir ihsânıdır. Şükürler olsun, şükürler...
Konuşmalarını merakla, dinleyen Erzurum Valisi Kurt İsmâil Paşa, müsaade isteyip şöyle ilâve etti:
- Şu anda o mücahid Hafız Osman, yaralı kurtarıldıktan sonra bu sabaha doğru şehadet şerbetini içen kumandanı, kahraman, Miralay Bahri Bey’in başındadır efendim.
- Ya Rabbim şükürler olsun. Bu şerefli, asil millet; böyle delikanlılar, böyle gelinler çıkardığı müddetçe sırtı yere gelmez! Elhamdülillah! Elhamdülillah!
- Müsaadenizle size bir menkıbe anlatayım... Büyüklerimiz hiç boşa bir söz söylememişlerdir. “Fedakârlık varsa, vefakârlık vardır.” İyi dinleyin. Bir tekke varmış. Tekkenin de çok sâdık bir kedisi... Bir gün kocaman bir süt dolu kazan koymuşlar ocağa, başlamışlar kaynatmaya. Kazan fokur fokur kaynıyor. Oradaki bu kedi de, “bu süt kaynamasın” der gibi oradan oraya zıplayıp duruyor. Görenler, “Allah Allah! Bu kedi hasta mı ne?” diyorlar. Kedi bir oraya fırlıyor, bağırıyor, bir buraya koşuyor miyavlıyor. Fakat derdini hiç anlayan yoktu. Ama çok feryat ediyor. En son bakıyor ki derdi anlaşılmayacak, pat diye kendini kazanın içine atıyor ve orada can veriyor. Onlar da “bu kedi niye böyle yaptı” diyorlar ve artık “leş oldu” diye kazanı hemen indiriyor, sütü döküyorlar. Bir de ne görsünler? Bakıyorlar ki, içeride kocaman bir yılan gebermiş, zehrini de akıtmış. Yani, içen ölecek. Kedinin feryadı; “Ben bu evden ekmek yedim, ben bu evden iyilik gördüm, ben öleyim bunlar ölmesin…” diyeymiş.
- Efendim içimizdeki Ermeniler bir hayvan kadar bile olamadılar.
- Hayvanlara kurban olsunlar! Aşımızı, ekmeğimizi yediler, arkadan vurdular! Ben de onun için bu misali anlattım zaten. Fedakârlık varsa, vefakârlık vardır. Fedakârlık yoksa vefa yoktur… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.