"Yanına alacağın adamları seç ve düş yola yiğidim…"

A -
A +
"Doğan Bey'i, en tiz zamanda esir olduğu zindandan çıkarmaktır vazifen!"
 
Çalışanlar çok daha erkenden gelmişti. Her taraf tertemiz edilmiş, arı kovanı gibi günlük vazifelerini yapıyorlardı.
Koridorlardan geçerken rastlananlarla selam verilip, hâl hatır soruluyordu. Beyazıd Paşa’nın çalışma odasına yaklaşınca tanıdık biriyle karşılaşıldı. Bu kara yüzlü, kara kalpli Erkara’dan başkası değildi. Uzaktan koşarak Paşa’nın elini öpmek istedi. Lakin elini vermedi. Yüzüne bakmadan;
- Sabahın köründe ne işin var Erkara Bey?
- Efendim bir maruzatım var! deyip, fazla açıklamada bulunmadı. Güya çok edepliymiş gibi boynunu büktü, hürmetle bekledi.
- Nuri Beyimizle hususi bir görüşmem olacak. Onu göndereyim. Sonra konuşuruz, dedi. Cevap beklemeden içeri girdiler.
Hırsından terlemiş, tunç kesilmişti Erkara. Dişlerini sıkarak kinle baktı peşlerinden.
Geniş, yeni temizlenmiş, tahta döşeli sofayı geçtiler. Odaya girince tertip ve düzenin ihtişamı Atmaca’yı büyüledi âdeta. Bütün bütün büzüldü. Sanki Doğan Bey’in esir olması onun yüzündenmiş gibi önüne bakıyor, sıkılıyor, utanıyor, kızarıyordu.
Köşedeki cevizden oymalı kütüphanenin içi kalın, deri kaplı kitaplarla doluydu. Yere serili kırmızı desenli Türkmen halısının ucuna koca bir sandık oturtulmuştu. Yanında büyükçe bir çini testi, bakır leğen ve üzeri delikli pirinçten bir mangal parıldıyordu. Cumba ile mor kadife perdeli pencerenin önündeki sedirin üstüne desenli bir keçe konmuştu. Beyazıd Paşa eliyle sediri işaret ederek;
- Buyurun, oturun!
- Doğan Beyimizin hayatta olmasına çok sevindim efendim.
- Esir olduğu haberini aldık. Seni çağırmış olmamın sebebi ise…
- !!!
- Sen ki Yıldırım Han emrinde cenk etmiş bir yiğit beyzadenin oğlusun. Doğan Bey’i çok sevdiğin, kılıç ehli olduğun da malumumuzdur.
- Estağfirullah efendim.
- Doğan Bey'i, başına bir fenalık gelmeden, en tiz zamanda esir olduğu zindandan çıkarmaktır vazifen!
- Emriniz başım üstünedir Paşam…
- Belli ki her şeyden haberleri olmakta… Onlara, buralarda olup bitenler, hemen sızdırılmaktadır… Doğan Bey’i de bu şekilde tuzağa düşürmüşlerdir, işte… İçimizdeki bu hainler kimdir belli değil?
Beyazıd Paşa, Atmaca Nuri’nin gözlerinin içine bakarak, ahvalin fenalığını, Osmanlıyı bekleyen tehlikeleri, iç ve dış düşmanları, ahalinin yapısını, zaaflarını, Yıldırım Han’ın dilek ve emirlerini, Emîr Sultan hazretlerinin ve bütün ulemanın dua ve teveccühlerini, Doğan Bey ve Boğa Hasan Bey’in nerede, hangi şartlarda bulunduğunu, Kâbus denilen yalancı, fırsat düşkünü insanın imkânlarını tek tek, üstüne basarak anlattı. Anlaşılıp, anlaşılmadığını kontrol için de Atmaca’ya tekrarlattı ve tasdik ettirdi.
Beyazıd Paşa diyeceklerini deyip, lafını bitirdikten sonra doğruldu.
Atmaca Nuri de Paşa’nın kalktığını görünce hemen fırladı.
- Anlaşılmıştır Paşam…
Beyazıd Paşa, babacan bir tavırla, sırtını sıvazladı.
- Bugünden tezi yok tedarikini tamamla… Yanına alacağın adamları seç, düş yola… Gazânız mübarek, Cenâb-ı Allah yâr ve yardımcınız ola!.
- Emriniz başımın üstüne Paşam, diyen Atmaca Nuri Bey, hürmetle geri çekildi. Gayet mutlu ve kendinden emin vaziyette çıkışa yöneldi.
Beyazıd Paşa, iftiharla ardından baktı. Dudaklarında anlaşılmayan bir duayı mırıldayarak koltuğuna oturdu… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.