"Paşa kızı Gülşah’ı da Atmaca’ya verecekler!"

A -
A +
“Gülşah’ı Doğan’a yâr etmedim! Eğer Atmaca’ya bırakırsam, bana da Erkara demesinler” 
 
Erkara, toparlandı, merakla baktı arkadaşı Pala'ya.
- De bakalım hele!
- Süleyman Çelebi Ulucami’deki vaize reddiye yazıyormuş.
- Yazacağı varsa, göreceği de vardır herhâlde.
- Atmaca Nuri Bey’e, Kâbus’un üzerine sefer düzenlemesi için vazife verilmiş. O da hemen eleman, silah tedariki ve diğer hazırlıklara başlamış.
Erkara, bu habere çok bozuldu. Bıyıklarını dişlerinin arasına alıp, kopardı. Hiddetle yere tükürdü. Yüzünü ekşitti.
- Haydi buyur! Doğan denilen adamdan kurtulduk diye sevinirken, bir de Atmaca çıktı karşımıza. Zaten bekliyordum böyle bir şey. Size dememiş miydim acele davranalım? Biz üstlenelim bu önemli meseleyi. Namı almış yürür. İmdi, iyice kahraman kesilecek. Al başına ikinci bir belayı!
Pala, arkadaşının damarına basarcasına imalı konuşuyor, onu tahrik ediyordu bir bakıma.
- Ve tabii, şu Paşa kızı Gülşah’ı da Atmaca’ya verecekler!
Erkara, elindeki kupayı hışımla önündeki sofraya vurdu. Sinirlendiğinde eli ayağı titrer, yüzü bidaha karalaşırdı. Yine öyle oldu. Çalgıcı çalan kızlar müziği kesti. Oldukları yerde kaldılar. Bir kese parayı ortaya atıp, kızlara baktı.
- Çekilin!
Kızlar koşarcasına mekânı terk ederken, hışımla doğruldu. Ağzının kenarlarından salya gibi, köpük ve şarap sızıyordu.
“Gülşah’ı Doğan’a yâr etmedim! Eğer Atmaca’ya bırakırsam, bana da Erkara demesinler” diye gürledi…
                                ***
            ZİNDANDA NELER OLUYOR?
Doğan Bey, bilekleri ve ayaklarından bağlandığı yağlı, pis bir çark üzerinde, terden sırılsıklam kıvranmaktaydı. Kollarından ve bacaklarından çektirilerek işkence üzerine işkence ediliyor, ara sıra nefes almasına imkân veriliyordu. Belli ki çabuk ölmesini istemiyorlardı.
- Hadi kalksana pis Osmanlı. Kripto’nun katili. Ne oldu pehlivanlığına?
- !!!
- Hadi konuş! Konuş diyorum! deyip hırsla yanındaki kolu çevirdi. Salya, sümük küfürler savurarak zorlanan, bıyıkları ağzına dolmuş, kambur, çakır gözlü, hırçın zindancı, dilini ısırarak, hasmının vücudunu iki aksi yöne doğru bir daha gerdirdi. Baygın, bir ceset gibi kanlar içinde dişlerini sıkarak inledi Doğan Bey.
Zindancının bu işkenceden keyif aldığı apaçık belli oluyordu. Çürük dişlerini göstererek sırıttı. Yüzünü iyice Doğan'ın yüzüne yaklaştırdı. Nefes alıp almadığını kontrol etti. Hiçbir hareket görmeyince de korktu. Gergiyi gevşetti. Pelte gibi kaldırıp, bir kenara ittirdi. Üzerine kirli bir paçavrayı örter gibi fırlattı. Yanında taşıdığı şarap şişesini kafasına dikti.
Maria, zindancıbaşıyla birlikte mahkûmları teftişe çıkmıştı. Karanlık koridorlardan, izbe, küf kokan tünellerden geçerken birer ikişer hücrelerde kalan esirler hakkında da bilgi alıyordu.
Güzel ve itibarlı bir kız olan Maria’ya tutkun olan zindancıbaşı, onu elde edebilmek için elinden geleni yapıyor, olduğundan fazla kibar görünüyordu. Bu sebeple olsa gerek bir dediğini iki yapmıyor, her fırsatı değerlendirmek, hatta bu baş başa gezintiyi biraz daha uzatmak için, ayrıntılara giriyor, takla üstüne takla atıyordu. Aslında bir yolunu bulup aşkını da ilan etmek istiyordu ama, bunu nasıl yapacağını bilemiyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.