Babasının insanlık anlayışına pek kahırlanmıştı Maria...

A -
A +
"Efendimiz! O canavarı derhal vakit kaybetmeden o ölüm çukurundan çıkarın!.."
 
Kâbus, kızının başına sağ elinin işaret parmağıyla birkaç kere dokunarak.
- Bu yapılanlar, insanlara lütuftur. Nimettir. İntizamdır. Adalettir. Onlara işkence yapıldıkça, benim halkımın neşesi, sevinci artar. Dolaysıyla gücümü, kuvvetimi anlamış olurlar. Kontrolüm altında da kavga etmeden, huzur içinde yaşar giderler. Ben olmasam bu gördüğün millet birbirini yer. Ne düzen, ne de huzur kalır. Bizim olmamız da düşmanlarımızın yaşamamasına bağlıdır.
Son cümleyi, ağzını kulağına dayayarak fısıltıyla söyledi. Babasının hayat ve insanlık anlayışına kahırlandı Maria. “Ben de onun kanını taşıyorum. Eğer o geceyi yaşamasaydım. Gerçeklerle yüz yüze kalmasaydım babamdan ne farkım olacaktı?” diye geçirdi içinden. Elinde olmadan bir ah, çekti. Oldukça mahzundu. Muhayyilesi durmuştu sanki.
Karanlık içinde aciz ve çaresiz hissetti kendini;
- Haddimi aşıyorsam lütfen bağışlayın beni. Düşüncelerinizin gerçekleşmesi, zayi olmaması için demiştim. Yine de siz bilirsiniz yüce pederim.
- Peki ne yapmamızı tavsiye edersiniz Prenses’im?
- Efendimiz! O canavarı derhal vakit kaybetmeden o ölüm çukurundan çıkarın. Temiz, havadar bir yere aldırın. Kırbaçlamalar, gerdirmeler de olmasın. Sevdiği yemeklerden, içeceklerden bolca verdirin. İyice semirsin ki yarın binlerce insanın huzurunda cezalandırmaya kalkışınca, gerçek bir canavar görsünler derim efendim.
Kâbus, beklemediği bu mantıklı izahat karşısında tereddüt geçirdi.
Bütün zindan geleneklerine ters bir şey istiyordu biricik kızı. Bir başkası bunları dillendirmeye cesaret edemezdi elbette. O söylediğine göre haklı bir tarafı da vardı. Babasının itibarı için elinden geleni yapan kızından da böyle güzel fikirler beklenirdi.
- Seninle gurur duyuyorum kızım. İstediğin gibi yap.
- Canım babacığım, deyip boynuna sarıldı Maria. Sonra da müsaade isteyerek ayrıldı.
Eski şatonun genç ve güzel vârisi Maria, babasının ihtişamlı odasından gülerek, neşeyle ayrılırken, az kaldı şövalye zindancıbaşına toslayacaktı.
Kolundan çekti, yürüdüler.
- Aziz pederim, talimat verdi.
- Ne talimatı Prensesim?
- Canavarı artık hırpalamak yok.
- Nasıl olur? Bize öyle dememişti.
Maria hemen durdu. Geriye hamle yaptı.
- İstersen yol yakınken dönelim. “Şövalye bana inanmıyor pederim” diyeyim. Hı, ne dersin?
- Sana canım feda Prensesim. O nasıl söz? Amma ve lakin önceki emirlerini biliyorum da…
- Şimdi o emir lağvedildi. Tamam mı? Artık hükmü yok. Yenisi var.
- !!!
 Sevdiği, inandığı, doğru bildiği ve bulduğu bir mesele uğruna yapamayacağı hiçbir şeyin olmadığı Prenses Maria, pek de sevmediği şövalyenin koluna girdi. Zindancıbaşı, şaşırdı, bu gerçeğe inanamadı.
Rüya mı görüyordu ne? Ayaklarını basacak yer bulamıyor, uçuyor gibiydi.
Kâbus’un öldüğünü, Maria kolunda bu şatonun sahibi, bu bölgenin tek hâkimi olarak halkını selamlıyordu. Pembe hayaller içini gıdıklıyor, hafif, ılık bir rüzgâr yüreğini ferahlandırıyordu. Neden olmasındı? Bunların hepsi bu sahnenin gerçekleşmesinden ibaret değil miydi? Bak Maria kolunda ve sevdiğinin işaretlerini veriyor. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.