Üç taze gelin yiğitlerini sefere uğurlamışlardı...

A -
A +
Yeşilin yerini turuncuya bıraktığı payitahtın temiz sokakları bugün çok farklıydı...
 
 
Boğa Hasan ve Atmaca Nuri Beyler de aynı kıyafetleri giymişlerdi. İrilik, vakar, yakışıklılık, kuvvet ve cesarette birbirlerinden farkı yoktu. Fakat Doğan Bey her zaman bir adım önde tutulur, sayılır sevilirdi. Boğa Hasan, iştahı, oburluğuyla ve daha iri cüssesiyle tanınırdı.
Üç kafadar birbirleriyle “ahretlik” olan üç kızla evlenmişti. Doğan Bey, Beyazıt Paşa’nın kerimesi güzeller güzeli Gülşah’la, Atmaca, Karahan’ın sahibi sonradan Müslüman olan Sarıkız’la ve Boğa da Kâbus’un kızı yeni Müslüman olan Meryem’le...
Bursa çıkışına kadar yiğitlerinin peşlerinden gitmiş, el sallamakla yetinmişti üç taze gelin. Sakinleşmesi dinmeyen yağız at, hasadı yeni tamamlanmış ovayı doldururcasına kişneyerek arka ayakları üzerinde dikildi. Sanki uzaklarda birilerine el ediyormuş gibi ön ayaklarını havada salladı. Sonra da gündoğumuna doğru yayından fırlamış bir ok gibi atıldı. Üzerindeki kıymetli emanetini incitmeden uçarcasına gidiyor, diğerleri de onu takip ediyordu.
Yol da ortalık da toz dumandı bu sabah…
               ***
Yeşilin yerini turuncuya bıraktığı payitahtın temiz sokakları bugün çok farklı, oldukça da hareketliydi. Tıpkı sonbaharda bir bayram yeri gibi... Bütün kadınlar bol beyaz yenli, sırma feraceli dışarı esvaplarını giymiş, kendi aralarında konuşarak, kara, boz, külrengi poturlu dinç ve güçlü erkekler ise ikişerli, üçerli gruplar hâlinde vakarla ilerliyorlardı. Genç, ihtiyar, kadın, çocuk... Nihayetsiz bir heyecan zinciri içinde dualar ederek, tesbih çekerek, emin adımlarla kalabalığın içinden geçiyor; canlı bir girdap dalgası hâlinde, döne dolaşa sarayın meydanında padişahın fermanını dinliyor, sonra da evlerine dağılıyorlardı.
Üç taze gelin de bu kalabalığın içinde yiğitlerini uğurlamaktan dönüyorlardı. Ne vakitten beri evlerinden, mahalleden hiç bu kadar uzaklaşmamışlardı. Sokağa açılınca bir şey dikkatlerini çekti. Bütün halk, yoldan gelen geçenler, çocuklar, yaşlılar o kadar meyus, üzgün görünüyorlardı ki sorma. Gülşah, yerlere kadar uzanan örtüsünü toparlayıp;
“Ne acayip, bütün ahali söz birliği etmişçesine neşesiz…” dedi yanındakilere.
“Bizim matemimizi tutuyorlar galiba.”
“Tövbe de kız!.. Allah’a şükür neyimiz var ki matemimiz olsun?”
“Söz gelişi demek istemiştim…”
“Evet! Evet, üç gelinin sevgili yiğitlerini amansız bir düşman üzerine göndermelerine sevinecek değillerdi ya!”
“Bu meseleyi herkes biliyor demek…”
“Kötü haber çabuk yayılıyor…”
“Sefere çıkmaya ne zamandan beri ‘kötü’ denir oldu?”
“Yani şey…”
“Dilin sürçtü.”
“!!!”
Hafif esintili bu parlak sonbahar sabahı güneş, ufuktan ilk ışıklarını göstermeye hazırlanıyordu. Konakların pencerelerinde hamarat kızlar öteberi silkeliyor, taş kaldırımlarda işe giden esnafın telâşı, hayvanlarını sürüye katmaya çalışan çocukların şuursuzca, itişe kakışa koşuşturmaları birbirine karışıyordu.
Gülşah’ın bahçesi önüne gelince:
“Bize gidelim… Kahvaltı yapar, sonra… Sonrasına karar veririz birlikte.”
Sarıkız, Meryem’e baktı. Göz işaretleriyle; “Olur!” dedikten sonra da yaprakları, akşam güneşi rengini almış sarmaşıkların sarktığı bahçe kapısından içeri girdiler hep birlikte. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.