Gafil avlanmamak için kılı kırk yarıyorlardı!..

A -
A +

"Ne olur, ne olmaz yankesici, yol kesicilere fazla görünmeden, sıvışmaya bakalım…”

Hasbihâl etmek yorgunluklarını unutturduğu gibi, yapacaklarını da pekiştirmeye yarıyordu şüphesiz. İne çıka geçtikleri dar keçi yolları bazen sel yataklarında, bazen sarp kayalıklarda siliniyor, kimi zaman dibinde sivri çam tepelerinin göründüğü uçurumlara sapıyordu kıvrım kıvrım. Hiçbir tehlike onları hedeflerinden alıkoyacak gibi görünmüyordu.
Epeyce tırmandılar yokuş yukarı. Atlarının ayakları küçük taşları söküyor, yamaç aşağı yuvarlıyordu. Vâdi tabanına kadar inen irili ufaklı kaya parçaları “güm” diye sesler çıkararak noktalanıyor, ceylanları, yaban keçilerini, keklik, bıldırcın sürülerini, tavşanları ürkütüyor, kaçışmalarına sebep oluyordu.
“İşte gözenin başı göründü! Koyu yeşil yaprakların olduğu yer…” dedi ve atını mahmuzladı o tarafa Doğan Bey. Yerler oldukça ıslaktı. Belli ritimle çiseleyen yağmur tanecikleri yapraklar üzerine, oradan da sararmış çimenlere akıyor, derin bir fısıltıyla yalnızlığın hüzünlü ağıtını söylüyor gibiydi.
Havaya aldırmadan sığındıkları asırlık çamın altında son hazırlıklarını yaptılar. Yemeklerini yediler, kılık kıyafet değiştirdiler, atların bakımını, koşumlarını, silahlarını elden geçirdiler, bundan sonraki hedeflerini, nerede, nasıl buluşacaklarını, aksi durumlara karşı tedbirlerini, daha birçok meseleyi konuşup tartıştılar enine boyuna. Zaman da dolmuştu. Akşamın yaklaştığını hatırlatan serin bir rüzgâr, belli belirsiz sesini artırarak esiyor, üstlerine yeşil bir türbe gibi açılan çam dallarını savuruyordu.
Anadolu’nun bu yabanî, sarp kayalık ve ormanlık bölgesi oldukça ıssız ve bir o kadar da korkunçtu...
Gündoğumuna doğru giden tenha keçi yolu çevresi, eskiden beri eşkıya yatağı idi. Durumu herkes gibi bunlar da biliyordu. Verilen kutsal vazifeye kilitlenmiş akıncı cengâverler bu türden şeyleri tehlike bile saymazlardı. Birkaç çapulcuya paçayı kaptıracak kadar aciz değillerdi mutlaka. Yine de temkinli olmaya özen gösteriyor, gafil avlanmamak için kılı kırk yarıyorlardı.
“Ben önümüzdeki ilk geçidin gizli bir köşesinde uyuyan küçük köye gideceğim. Tekrara ne hâcet... Nereye, nasıl varacağınızı, kimlerle neyi konuşup, paylaşacağınızı biliyorsunuz zaten. Hakkımı helâl ettim, sizler de ediniz” diyen Doğan Bey’in bu ayrılık cümlelerine pek de sevinen olmadı. Her ikisi birden:
“Helâl ettik!” dediler.
“Ne olur, ne olmaz yankesici, yol kesicilere fazla görünmeden, sıvışmaya bakalım…”
Çocukluklarından beri harp, baskın, yiğitlik, kahramanlık destanlarıyla büyümüş bu cengâverlere eşkıya hikâyeleri vız gelirdi elbette. Yine de zaman kaybetmemek ve hedefe varmada geç kalmamak çok mühimdi onlar için. Doğan Bey:
“Anlat bakalım Hasan Bey’im, diyeceğin bir şey var mı?”
Tecrübeli yiğit Boğa Hasan, heybesinin yanına bağdaş kurdu. Akşam güneşinde parıl parıl parlayan kılıcını uzattı. İri elâ gözleriyle dik uçurumun keskin kenarına, yağmurla ıslanarak koyulaşan karşıdaki derin granit uçurumlara baktı. Sonra 
Doğan Bey’e döndü, diyecekleri vardı... DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.