Erkara, taş kesilmiş gibi duruyordu!..

A -
A +
Tecrübeli akıncı, tarifsiz acılar içinde işkence çekiyor, bir çare bulmak için kıvranıyordu.
 
Üryan, suskunluğunu bozdu:
“Erkara Beyim nasıl desem bilemiyorum?”
“Delirtme insanı! Ne diyeceksen de hadi!”
“Doğan Beyimizin refikası kayıp!”
“Nee?”
“Ortalıkta yokmuş sabahtan beri! Başına kötü bir iş gelmesinden korkuluyor!”
“Ne söylediğini biliyor musun?”
“Baksana dışarı, ana baba günü!”
“!!!”
“Acaba ne olmuş, nereye gitmiş olabilir?”
“!!!”
Erkara Bey, ölümcül kılıç yarası yemiş gibi perişan oldu. Ölseydi de böyle bir haber duymasaydı. Pek fena sarsıldı. Vaktiyle peşinde koştuğu bu namuslu bey kızı, kolay kolay kurda kuşa yem olacak birisi değildi. Başına ne gelmiş olabilirdi? Yol, yordam bilir, gayet iyi de kılıç kullanırdı. Mutlaka bir tuzağa düşürülmüştü. Ama kim, niçin böyle bir hainliği yapacaktı? Oda, bir an ölüm sessizline büründü.
Üryan, hâlâ kendinde değildi. Kaşları çatılmış, koca mavi gözleri büzüldükçe büzülmüştü. Neden sonra sararmış kuru bir tahta parçası gibi yanına sarkıttığı elini bir şeyi protesto eder gibi havaya kaldırdı.
“Hâşâ efendim! Doğan Beyimize bu alçakça ve haince cezayı kimse veremez. Biz bu hakareti asla kabul edemeyiz!”
Erkara, taş kesilmiş gibi duruyordu. Ne tepki veriyor, ne de bir fikir üretebiliyordu.
“Yalandır!” diyebildi. Bir şek, şüphe duyulmamıştı şimdiye kadar.
“Onu bunu bilmem! Ben böyle bir haksızlığı kabul etmiyorum!”
“!!!”
Yine anlamamıştı Üryan’ın feryadını figanını. Sokaklardaki telâş ve bağrışmalar evin içine kadar giriyordu. Başını pencereden uzatıp görebildiği kadar uzaklara baktı. Her taraf didik didik aranıyordu. Yan bahçedeki kuyu, terkedilmiş eski, yarısı uçuk evin dibi, köşesi defalarca kontrolden geçiriliyordu. Erkara, biraz ileride salyangoz boynuzu gibi bayrak direkleri görünen Hurufî’nin hapsolduğu kaleye ve yakınındaki Çakır Vezir’in kaldığı konağa baktı. Üryan’a, eliyle dışarısını gösterdi;
“Şu Timur’dan kaçanları nasıl bilirsin Üryan Beyim?”
“Hangisini?”
“Çakır Vezir’i mesela!”
“Onu bilmem ama Kara Yusuf hiç de iyi adama benzemiyor.”
“Nasıl yani?”
“Nasıl olduğunu bilsem zaten anlatırım…”
Tecrübeli akıncı, tarifsiz acılar içinde işkence çekiyor, bir çare bulmak için kıvranıyordu.
“Haydi, söyle arkadaşım bu ne mânâya geliyor?”
“Şey efendim!”
“Ney canım?”
“Hakaret etmek tabii!”
“Ne hakareti?”
“Osmanlıya! Doğan Beye! Ne bileyim? Size, bize ve bütün beylere tabii!”
“Söyle! Söyle!” diye öyle yüksek sesle haykırdı ki adam ezildi, büzüldü. Terlemiş gibi alnını, elinin tersiyle sildi. Yere bakarak kekeledi.
“Ço… Çook perişanım fazla üzerime gelme. Hadi ne yapacaksak yapalım artık!”
“!!!”
Pek fena olmuşlardı... Ne konuştuklarının farkında bile değillerdi. Erkara, hiç sesini çıkarmadan odasının tavanlarına bakarak cepkenini giyip hemen düğmelerini ilikledi. Üryan’ın bozulduğunu, iyice yıkıldığını düşünerek, idam hükmünü bekleyen bir suçlu gibi başı önde kılıcını ve diğer silahlarını aldı. Sönmüş bir volkan gibi fokurduyor, gözleri kararıyor, kulakları uğulduyordu.
“Gülşah kayıp! Gülşah gelin yok ha!” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.