Yorgun bedenini bırakıverdi otlardan döşeğin üzerine...

A -
A +
"Her şey olurdu da bunu hiç akıl edemezdim. Demek kaderimizde bu da varmış meğer...” 
 
Kendi kendine epey hesaplar yaptı. Hoş olmayan bir durumla karşı karşıyaydı. Lâkin hayat da devam ediyordu. Ağlama, sızlama karın doyurmuyor, bu saklı yerden kurtulmaya yetmiyordu. O zaman iş işten geçmeden tedbir almalı, ne pahasına olursa olsun sıkıntıları aşmanın yolunu bulmalıydı. Yiğitler yiğidi Doğan Bey’in; “Sen şartlara teslim olmazsan, şartlar değişir sana teslim olur…” dediğini hatırladı. Acı bir tebessüm yayılıverdi dudaklarından. Bir Osmanlı kızına, güç olsa da şartları lehine çevirmek yakışırdı…
Zar zor çıktığı yerlerden etrafını gözetleyerek yavaşça indi Gülşah... Çevreyi daha bir dikkatlice araştırmaya, tehlikelerden nasıl korunacağına, nereden neyi, nasıl temin edebileceğine, hayatta ve ayakta kalabilmenin tedbirlerini almaya, işi sağlama bağlamaya kararlıydı.
Mis gibi havayı içine çekti. “Oh!” dedi. İşte en çok lâzım olacak şey, tertemizdi. İkinci derecede ihtiyaç duyacağı su, istediği kadar boldu. Olmazsa olmazlardan üçüncüsü yiyeceklere gelince biraz durdu… Tekrar görebildiği kadarıyla gözlerini kısarak çevresini taradı. Her taraf yaban meyvelerle doluydu. “Gölde belki balık da vardır” diye söylendi. Ördek, keklik yumurtalarını kolayca bulabileceğini, sıkıştığında hayvan da avlayabilecek güçte olduğunu, barınmak için de o yüksek oyukların şimdilik ona yeteceğini düşündü. Acıyla güldü. “Konaktan mağaraya… Vay be! Her şey olurdu da bunu hiç akıl edemezdim. Demek kaderimizde bu da varmış meğer...”
Fazla oyalanmak, hayallere tekrar dalmak istemiyordu. Hemen işe koyuldu. Yumuşak otları yolarak rahat edebileceği bir yer hazırladı. Yorgun bedenini bırakıverdi otlardan döşeğin üzerine. Açlıktan midesinin guruldadığını duydu. Mutfaklarında hiç eksik olmayan börekleri, çörekleri, çeşitli şerbetleri, kavurma, pastırma ve sucukları düşünerek derin uykulara daldı. Sabaha kadar nefis yiyeceklerin olduğu mekânlarda gezdi, dolaştı. Ne hikmetse hiçbirinden de tadamadı bir türlü. Bu gecesi de alışık olmadığı zor şartlarda yorgunluk ve açlıkla mücadele ederek geçti Gülşah Hanım’ın…
           ***
Erkara Bey’in üzüntüsüne yenileri eklenmişti. Örnek insan, bir değil bin can borcu olduğu yiğit Doğan Bey’in refikasının kaçırılmasına içten içe öfkelenip yanarken, şimdi de bu çirkin işi kendisinin yaptığı dedikodusuna ve gittikçe bu söylentinin yayılmasına hayıflanıyor, kahırlanıyordu. Dövseler, tırnaklarını sökseler, işkence odalarında gerseler, su döküp kırbaçlasalardı ve hatta öldürselerdi bu kadar azap çekmezdi belki de. Doğan Beyin kulağına gitse bu konuşanlar ne olurdu? Nasıl mahvolur, yıkılırdı muhakkak. Hele Yıldırım Han! Ya bey babası, diğer dost ve arkadaşları bu işe ne kadar üzülürlerdi.
Bundan daha beter dert olmazdı. Alçakça ve şerefsizce bir tuzakla karşı karşıya olduklarından emindi. Lâkin bunu kime nasıl anlatacaktı ki?
Binbir düşünce, karmaşık duygu ve fikirle dolu olarak insanların derin uykuda olduğu bir vakitte Çakır Vezir’in konağına kadar geldi. Kapıya yanaştı, tokmağı tuttu. Tam vuracaktı ki; “Ayaklarına ve yüreğine sözün geçmese de sen yine acele etme! Sabırlı ol!” sesi kulaklarında yankılandı. İrkildi. Uzaktan gelen köpek havlamalarının dışında bir şeyler yoktu ortalıkta. Etrafına bakındı şuursuzca. DEVAMI YARIN
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.