“Talebeler, hocalarının gözünde evlatları gibidir Osman’ım!.."

A -
A +
 
 
İsmail Fakirullah hazretlerini uğurlarken Molla Osman; o muhteremin peşi sıra neler aklına gelmiyordu ki...
 
İsmail Fakirullah hazretleri:
- İmtihan böyle! “Dünya” zevk için, lezzet için yaratılmadı Osman’ım. “Âhiret” bunun için; sınırsız zevk, sınırsız huzur ve saadet için yaratılmıştır. Dünya ile âhiret, birbirinin tersidir, zıddıdır. Birini sevindirmek, ötekinin gücenmesine sebep olur. Yani, birinde zevk aramak, ötekinde elem çekmeye sebep olur. O hâlde, dünyada nimetleri, lezzetleri çok olanlar, bunlara lazım olan şükrü yapmazlarsa, âhirette çok korkacak, çok acı çekecektir.
- Ya dünyada sıkıntı çekenler efendim?
- Onu sormaya bile lüzum yok Osman’ım! Tehlikelerden sakındığı hâlde çok acı çeken mümin, âhirette çok lezzete kavuşacaktır. Dünyanın ömrü, âhiretin uzunluğu yanında, deniz yanında bir damla kadar bile değildir. Daha doğrusu, sonu olan, sonsuz ile ölçülebilir mi? Bunun için dostlarının sonsuz nimetlere kavuşmaları için, dünyada birkaç gün sıkıntı çektiriyor. Düşmanı olan kâfirlere ise, istidrac yaparak, biraz lezzet verip çok elemlere sürüklüyor.
- Rabbimin her şeyi hikmetli…
- Aynen öyledir Osman’ım! Hikmetinden sual olmaz…
Cebinden çıkardığı mendiliyle yüzünü sildi Derviş Osman. Bu sohbetten mi ne çok rahatlamıştı. Hocasının ilmine, insanlığına, fedakârlığına ve ona karşı olan muhabbetine hayrandı, bugün bir daha hayranlığı katmerlendi.
“İbrahim Hakkı çok hisli bir çocuk! Anlatılmaz bir şeyler var bunda” diye içinden geçirdi. Ona olan sevgisiyle hocasına olan muhabbet ve hürmetini mukayese etti, elinde olmadan dudaklarına yayılan tebessümü gizleyemedi. Bir kalp avcısı olan İsmail Fakirullah Hazretleri “Beni İbrahim’den daha az mı seviyorsun?” dedi, gülümsedi:
- Unutma ki Osman’ım talebeler, hocalarının gözünde evlatları gibidir. Belki de daha üstündürler de izah edemezler.
- Farkındayım efendim.
- Yoksa hiç kimse anasını, babasını, memleketini terk edip uzak diyarlara, yeni ve tanımadığı insanların arasına katılıp huzur ve saadeti yakalayamaz!
- Öyledir hocam!
- !!!
 
Deme şu niçin şöyle?
Yerincedir ol öyle!
Bak sonuna sabreyle!
Mevlâ görelim neyler?
Neylerse güzel eyler…
 
İsmail Fakirullah hazretlerini uğurlarken Molla Osman; o muhteremin peşi sıra neler aklına gelmiyordu ki: “Seyyidler, her bakımdan çok güzel insanlar. Boyları posları, endam, görünüş, dış ve iç güzellikleri aynı, birbirlerinden sevimli. Sanki aynı tornadan çıkmış gibi saf, temiz ve vakarlılar. Çoğu ak benizli, bazıları buğday tenli, kara kaş, kara gözlü, bazısı zümrüt gibi, kimisi tatlı bir kahverengi… Velhasıl bu güzelim insanlar, uzun hilal kaşlı, iri şahin bakışlı, hele bir kirpikleri var ki sormayın; sık, doğuştan sürmeliler. Hamarat, terbiyeli, kibar, zeki ve en mühimi de pek edepliler. İbrahim’imde de bu hususiyetlerin tamamı var. Seyyide anacığından geçmiş olmalı…” diye düşünüyor, iyileşmesi için bütün kalbiyle duâ ediyordu. Eğer İbrahim’e bir şey olursa iki şeyi birden kaybetmiş olacaktı hepten, hem biricik ciğerparesini, hem de kalbini alıp götüren Seyyide hanımefendisini. Buna dayanacak hâli hiç yoktu, düşünmek bile istemiyordu. “Çok acı çook” dedi inledi…
             ***
Kitap dolu dolabın karşısındaki minderde oturdu İsmail Fakirullah hazretleri. Orta yaşın biraz üzerinde, ama yaşlı sayılmazdı… Kestaneye mi yoksa kızıla mı çaldığını kestiremediğiniz sakalı hep bir tutamdı. Yüzünün nuraniliği gözleri kamaştırıyor, bir bakan bir daha dönüp bakmaya cesaret edemiyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.