"Gel kızım! Canım evladım! Oğlum… Hasan'ım gitti!.."

A -
A +
Hareketsiz sağ yanına dönmüş abisine yaş dolu gözlerle, son bir defa daha baktı!
 
Hasan:
- Kolay zafer, bol para, sarhoş kafaların verdiği emirlerle gelen ucuz kabadayılık ortada bacım!
- Elde edemedikleri sürece günah belledikleri hakikatleri, elde ettikten sonra haklı sebeplerle günah olmaktan çıkaranlar, bu maneviyatı yüksek şehri de baştan çıkartıyorlar akıllarınca.
- Ama bilmiyorlar ki bu şehir de onları baştan çıkartacak en garip zamanda inşallah Nene!
- Ermeniler, zalimlerin tetikçileri, çaresizliği temsil eden figüranlar! Bence yeri ve zamanı gelmişken kullanılıp atılacak dekoru tamamlayan zayi olmuş vukuat örnekleri! Tıpkı Zulal gibi!
- Onlar zamanı ve büyük Ermenistan hayallerini yakalamak isterken kendilerinden geçen, ayakları hepten yerden kesilmiş sarhoşlar!
- İki arada bir derede boğulmaktan korkan ama dereyi de bulandıran zavallılar bacım!
- Öyledir abi! İstersen çorbanı ye biraz uyu!
- Peki!
Nene, kendi eliyle bir iki kaşık ayran aşı yedirmeye çalıştı ama nafile. Ağzında büyüyordu lokmalar. Fazla zorlamadı. Üzerine yorganı çekip sobaya bir iki tezek daha atıverdi. Ateşi görünce aklına Seyyidet hoca hanımın babasından naklettiği sözler geldi:
“Ateşi yakmaya gör; bir kez yanmağa başladı mı, o artık senin ellerinden çıkar. Unutmamalısın ki, kendi hâline bırakılan ateş, şartlar münasipse, harlar; harlar ama kısa zamanda da yakabileceklerini yakarak tükenmeye başlar! Ateş, ilkin yayılmaya, büyümeğe çalışır, sonuysa mutlaka azalmak ve tükenmektir. Bu yüzden, ateşini ‘beslemen' icap eder. Tam zamanında, konması lazım gelen yerine, yeni yanacak odunlar koymak, bir yanı tükenmeğe yüz tutmuş odunları birbirlerine çevirmek, yanmayarak tütmeye başlamış odunları yanabilecekleri bir duruma getirmek, bir sürü düzenleme, ayarlama yapmak da lazımdır.”
Nene, hareketsiz sağ yanına dönmüş abisine yaş dolu gözlerle, son bir defa daha baktı; “Ateşini kendi hâline bırakamazsın Nene, bırakırsan, tükenip söner… Ateşinden mesulsün” dedi, elindekilerle odadan çıktı.
            ***
Bir cuma sabahıydı… feryat-i figan ağlama sesleri... Kapıyı açtığında kayınvalidesini, Hasan abisinin altı delik çarıklarıyla yere yığılmış, hıçkırır buldu. Soru sormak "ne oldu?" demek, hiç bu kadar mânâsız gelmemişti ona...
- İşte abinin yadigârı! Ondan kalanları getirdim Nene Gelinim!
“Abiii!” Dedi koştu! Korktuğu başına gelmişti!
Üzerinde ehramı, ayaklarında bir şey var mıydı, yok muydu? Kayınanacığını kapının önünde bırakıp koştu… koştu… Odanın ortasına yığılıp kalmış, çaresiz, şaşkın, acı dolu, boş boş bakan bir çift ana gözü ile buluşana kadar…
- Ne oldu ana? Bu feryat, figan da ne?
- Gel Nene Kızım, gel! Canım evladım! Oğlum… Hasan'ım gitti!..
- Vah anam! Desene ocağımız söndü!
- Ocağımız kalmadı, dumanını tüttürecek de!
- Ah kalbim! Ah abim! Ah zalimler!
- Ne kadar ahlasak da nafile! Kuş gibi uçtu canım evladım!.. Ah! Ah! Ellerimden, avuçlarımdan kayıp gitti! Ne acelesi, ne telâşı vardı anlayamadım…
DEVAMI YARIN
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.