"Zayıf omuzlarım, iki evlat acısı taşıyamaz!..”

A -
A +
Asker Hasan, canını ortaya koyarak, kanının son damlasına kadar mücadelesini vermişti...
 
Üzerine bastığımız bu mütevâzı toprağa, ‘ANA’ ulvi sıfatını layık görmüşüz ve ‘TOPRAK ANA’ demişiz. Bizi dünyaya getiren anamızın kucağından, kısa bir dünya hayatı yaşayıp sonra, toprak anamızın kucağına, ahirete gidiyoruz. Ahiretin ilk durağı; toprak anamızın bağrına yatırılışımıza kadar kısa ömrümüz, aynı zamanda da İMTİHANIMIZDIR. Bize hayat kaynağı olarak ikram edildiği için toprağın, yanımızda ayrı bir yeri vardır. Tevazûnun sabrın, kadirşinaslığın, kuvvetin sembolü toprak, hakkında o kadar çok yazılan söylenen var ki:
"Toprak ol toprak; gül bitsin sende…”
“Taş olsam yandım idi. Toprak oldum da dayandım."
"Şu geniş dünyaya sığmayan gönül, bir toprak odacığa sığar.”
"Ömrüm ağaç dalında savrulan bir yapraktır. Ne kadar genç olursam olayım sonum kara topraktır!"
 
Acının, sancının her hâlini gördüm!
Nice zamandır sağırdım, hem de kördüm!
Kelâm, kalem bitti defterimi dürdüm!
Bindim al atıma, doludizgin sürdüm.
 
Asker Hasan’ın tek derdi, vatanına, milletine, ailesine sahip olmaktı. O canını ortaya koyarak, kanının son damlasına kadar mücadelesini vermiş, rütbelerin en yükseğine, şereflerin en büyüğüne kavuşmuş; şehitlik şerbetini içerek bu dünyayı ve dünyalıkları elinin tersiyle itip beğendiği, çok arzuladığı şehitliğini de alarak çekip çıkmıştı.
Nene, annesi, kayınvalidesini alarak, her gün kabristandaki yeni kazılmış, kenarları tırtıklı, kabaca yontulmuş, biri ayak ucuna, diğeri baş kısmına dikilmiş, ak iki tahtanın arasındaki kara toprak tümseği, ziyaret etmeden duramıyordu. Şehidine karşı vazifesini yapamamaktan korkuyordu. Alışkanlık yapmıştı artık. Oraya gitmekle sanki onu görmüş, sohbete kaldıkları yerden devam ediyormuş gibi oluyordu. Her şeyini; bu taze kabrin başında anlatmak öyle tatlı geliyordu ki…
Nene “O’na bu kadar bağlanmak doğru mu? Bilmiyorum!” dedi, ağladı. Harama düşmeden, mümkün olduğunca insanlardan uzak kalmaya çalışarak hep şehidine, abi Hasan’a, pehlivan dadaşına koştu.
Komşu kadınlarla konuşurken; “ayy, bu kız bir âlem!” dedi anacığı. "Ne yapıyor biliyor musunuz? Her gece uykusu gelinceye kadar abisinin minderinde Yâsîn-i şerîf okuyor. Ertesi gün kuşluk vaktinde de doğru kabristan... Evi gibi siliyor, süpürüyor, düşen kuru yaprakları, çalı çırpıları temizliyor, dertleşiyor abisiyle… Sonra bir külçe gibi per perişan dönüp geliyor. Hasan’ımdan geriye kalanları da birkaç torbaya koyup ağzını iyice bağlamış. Nene’m onları koynuna almadan uyumuyor. Bir de, illâ ki tüfeği… Dayısından bunun nasıl çalıştığını da öğrenmiş. Başına bir iş açacağından korkuyorum! Zayıf omuzlarım, iki evlat acısı taşıyamaz!”
Çok zalim dediğiniz düşman yanına,
Hiç varmayın, sonunda girer kanına.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.